Öz
Büyük Selçuklular döneminde adalet teşkilâtının başlıca görevlileri olan kadıların adlî, siyasî, İdarî, askerî, dinî, İçtimaî vs. yetki ve sorumlulukları kapsamında çok çeşitli görev ve faaliyet alanları bulunmaktaydı. Böylece bu dönemde geniş bir görev birliǧi neticesinde kadılık makamı salt bir yargı ve hukukî işlemleri icra organı olmanın ötesine geçmiştir. Kadılar yerine getirdikleri kadılık görevi karşılıǧında maaş aldıkları gibi, aslî vazifeleri haricinde ifa ettikleri görev ve faaliyetlerden de gelir saǧlıyorlardı. Kadılar kadılık maaşı ve ek görevlerinden kazandıkları den kendilerini belirli bir yaşam standardından çıkarıp servete gark edecek olan çeşitli ödenek ve ihsanlara da nail olabiliyorlardı. Bununla birlikte, Büyük Selçuklular devri fakih ve ideologlarının mülahazaları da dâhil olmak üzere, İslâmiyet'in erken dönemlerinden itibaren kadıların maaş alıp almaması ve hediye kabilinden baǧışları kabul edip etmemesi hususunda fıkhî tartışmalar süregelmiştir. Diǧer taraftan idarî, dinî ve ahlâkî baskıya raǧmen, kadılar arasında rüşvet başta olmak üzere gayrimeşru kazanç yollarına tevessül edenler de yok deǧildi. Selçuklu kadıları içerisinde varlık içinde lüks bir hayat süren kadılar olduǧu gibi, yoksulluk içinde ve güçlükle geçinler de vardı. Bu çalışmada Büyük Selçuklular devrinde kadıların maaşları, gelir kaynakları ve maddî durumları üzerinde durulacaktır. Bunu yaparken konu, teorik perspektifi ve pratik karşılıǧı çerçevesinde ele alınacaktır.
Anahtar Kelimeler: Büyük Selçuklular, kadı, maaş, hediye, rüşvet
Abstract
In the Great Seljuqs period, the qadis, who were the main officials of the justice organization, had a wide scope of duties and activities within their judicial, political, administrative, military, religious, social, etc. powers and responsibilities. Thus, in this period, as a result of a large task union, office of the qadi went beyond merely being an office of judiciary and fulfillment of legal affairs. The qadis received a salary for the judicial duty they fulfilled, as well as earning income from the duties and activities they performed outside of their main duties. In addition to the income earned from the salary for the judicial duty and additional duties, the qadis could also gain various allowances and grants that would lead them to wealth rather than a certain quality of life. However, legal discussions about whether the qadis could receive a salary and accept donations as gifts had continued since the early periods of Islam, including the considerations of the scholars and ideologues of the Great Seljuk period. On the other hand, despite the administrative, religious and moral pressure, there were also those who made illegal profit, especially bribery, among the qadis. Among the Seljuk qadis, there were also the qadis who lived a luxurious life in wealth, as well as living in poverty and barely maintaining their lives. In this study, salaries, income sources and financial situations of the qadis in the Great Seljuqs period are going to be examined. By doing this, the subject is going to be discussed within its theoretical perspective and practical processes.
Key Words: Great Seljuqs, qadi, salary, gift, bribery
Giriş
Büyük Selçuklular devrinde başlıca görev ve sorumlulukları bireyler arasında ortaya çıkan hukukî anlaşmazlıkları, düşmanlıkları, çekişmeleri şer'î hükümlere göre çözümlemek, davaları karara baǧlamak ve hukukî muameleleri yerine getirmek olan; bu arada eǧitim-öǧretimle ilgili ve dinî, içtimaî, siyasî, idarî, askerî mahiyette çok çeşitli görev ve faaliyetler icra eden kadılar saygın birer şahsiyetler olup şerefli bir mevkii haizlerdi. Tarihî seyri içerisinde gerek fıkıh kitaplarında ve gerekse İslâm siyaset, anayasa, idare, maliye ve devletler hukuku kapsamına giren konuları ele alan eserlerde ve yine ahlâkî eserlerde kadıların yürüttükleri yargı görevi karşılıǧında muntazam olarak maaş alıp alamayacakları meselesi tartışılagelmiştir. Büyük Selçuklular devrinin ünlü Şâfiî fukahâsından EbÛ'l-Hasan el-Mâverdî, kadıların halkın mallarından el çekmesi ve tamah etmemesi için idarecinin onlara ekonomik yönden tatmin edici ve geçimlerini saǧlayacak bir maaş temin etmeleri gerektiǧini söylemektedir1. Çıktıǧı çeşitli ilim yolculuklarında yolu Selçuklu ülkesine de düşen meşhur Hanefî fakihi Kâsânî nazarında bir kamu hizmeti olan yargı işine zaman ayırıp bu görevi ifa ettikleri için kadılara çalışmalarına karşılık devlet bütçesinden maaş ödenmesi lazım gelirdi2. Büyük Selçuklu veziri Nizâmü'l-Mülk de Siyâsetnâme'de, sultanın, hainliǧe (hiyânetî) meyletmemeleri için kadılara ihtiyaçları kadar maaş tayin etmelerini şart koşmaktadır3. Vezirin mezkÛr eserinde nakledilen bir hikâyede de aynı şekilde hükümdarın; Müslümanlar arasında doǧru hakemlik etmesi, adaleti uygulaması ve kimseden çekinmemesi, taraf tutmaması, rüşvet almaması için kadıya beytülmâldan maaş verdiǧi ifade edilmiştir4. İngiliz şarkiyatçısı Ann Katharine Swynford Lambton, vezirin bu yöndeki ifadelerinin bir yenilik teşkil etmediǧini ve vezirin niyetinin var olan uygulamalara bir düzen ve istikrar getirmek olabileceǧini öne sürmüştür5. Nitekim İslâm devletinde, ilk devirlerden beri yargı fonksiyonunu ifa eden kadılara, çalışmalarına karşılık maaş verilirdi6. Yine Lambton'a göre, Nizâmü'l-Mülk, kadılara maaş tahsis ederek onların baǧımsızlıklarını kontrol altında tutmayı ve bir dereceye kadar onları bir devlet görevlisi haline getirmeyi umut etmiş olabilirdi7. Nitekim kadının görevinden maaş alması, kadının yargı baǧımsızlıǧına ket vuran unsurlar arasında daima ilk sıralarda gösterilmiştir. Diǧer yandan, Selçuklular devrinde, bir kısım fakih de kadıların vazifeleri karşılıǧında maaş almamaları gerektiǧini kabul etmiştir. Şöyle ki, her ne kadar kadılar bir maaş alıyorlarsa da, diǧer üst düzey devlet görevlilerine nispetle -istisnalar bir yana pek çok kadı- belirli bir yaşam standardına sahipti ve bu yüzden de konumlarını korumaya meyilli olacaktır. İslâm hukukçuları bu eǧilimin farkındaydı ve her şeyden önce dinî bir vazife olarak görülmesi gereken bir görev için kadıya maaş ödenmemesi gerektiǧini öne sürenler vardı8. Mesela Büyük Selçuklular devri meşhur Eş'arî kelâmcısı, Şâfiî fakihi, mutasavvıf, İslâm düşünürü Hüccetü'l-İslâm EbÛ Hâmid Muhammed el-Gazzâlî nazarında, kadının hüküm vermek için, bu arada şahidin de şahitlik yapmak için ücret alması haramdır9. Bununla birlikte, kadı olarak tayin edilen kişinin, vicdanının sesine uyarak maaş namına hiçbir şey almak istemediǧi de oluyordu10.
Kadıların maaşları yanında diǧer birtakım gelir kaynaklarına da sahip olduǧu görülmektedir. Bunların başında kendilerine tevdi edilen mükâfat, hediye ve ihsanlar gelmektedir. Maaş hususunda olduǧu gibi, İslâm hukukunda kadıların hediye kabulü konusunda da haram, mekruh, mubah ekseninde çeşitli fikirler öne sürülmüştür. İslâm âlimlerinin bu konudaki tutum ve tavırları daha ziyade kadıların hediye almaktan kaçınmaları yönünde olmuştur. Mesela el-Mâverdî'ye göre, kadının, dava taraflarından veya herhangi bir hukukî işi olandan hediye almaması lazım geliyordu. Davalar hasımsız ve nizasız da olsa hediye kabul edemezlerdir. Ancak kadı hediyeyi kabul etmiş ve mallarıyla karışmışsa kendisine terk edilirdi. Şahsına ait mallarla karışmamışsa hazîneye devredilirdi11. Kadıların hediye kabulünden geri durmaları gerektiǧi resmî vesikalarda da belirtilmiştir. Nitekim Selçuklu Anadolusu'nda kaleme alınan bir kadı tayin menşÛrunda, kadıya, hediyeler kabul etmekten (kabÛl-i hedâyâ) imtina etmeyi vacip bilmesi söylenmiştir12. Ayrıca maaş almamayı tercih eden kadılar gibi, kişilik ve karakter özelliklerinden dolayı bazı kadılar da yöneticiler başta olmak üzere hiç kimseden hediye kabul etmemiştir. İslâm fıkhında, kadıların hediye kabulünden imtina etmesi gerektiǧi tasrih edildiǧi gibi, onların ziyafetlere icabet etmemeleri, vadeli veya vadesiz veresiye mal almamaları ve borçlanmamaları, ticaret yapmamaları gibi hususlar da belirtilmiştir13.
Kadıların Maaşları
Câmi'ü't-Tevârîh müellifi Reşîdü'd-Dîn Fazlullah, mezkÛr kitabında, Irak ve Horasan'da hüküm süren hanedanlar arasında Selçuklulardan daha büyük, reâyâya daha müşfik ve halkın hakkına daha çok riayet eden olmadıǧını belirttikten sonra, onların saltanat günlerinde nice hayrat ve iyilikler ortaya çıktıǧını, dinî ilimlerin ihya olduǧunu ve İslâmî kaidelerin güçlendiǧini söylemiştir. Reşîdü'd-Dîn Fazlullah, sözlerinin devamında ise Selçukluların âlimleri, sâlihleri, kadıları, seyyidleri, zâhidleri, âbidleri ve hayır hasenat sahiplerini koruyarak onlara maaş (idrâr) baǧlayıp iyilik ettiklerini beyan etmiştir14.
Benzer şekilde Nizâmü'l-Mülk de erbabına, hak sahiplerine, âlimlere, Ehl-i beyt mensuplarına, gazilere, sınır boylarında yaşayanlara beytülmâldan pay verildiǧini, böylece kimsenin nasipsiz, mahrum kalmadıǧını, sultanların da iki dünyanın ecrini, sevabını kazandıǧını ifade etmiştir15. Ayrıca Sultan Sencer devrine ait bir kadı atama menşÛrunda, Allah'ın nimetlerine şükretmenin muhtelif yol ve yöntemleri olduǧu, bunlardan birinin de din ulemâsını himaye ve onlara ihsan etmek olduǧundan bahisle, Selçukluların da bu yönde hareket ettiǧi, yani kadılar dâhil âlimlere in'âm ve ikramda bulunulduǧu vurgulanmıştır16. Büyük Selçuklular devrinde kadıların diǧer devlet görevlileri gibi düzenli aylık maaşı vardı17. Kadının geçiminden teoride hazine sorumluydu. İslâm hukukçuları tarafından kadıların maaşına delalet etmek üzere rızk, ücret, cu'âle, râtib, ma'lÛm gibi kavramlar zikredilmiştir18. Nizâmü'l-Mülk de Siyâsetnâme'de kadıların maaşı için icrî ve muşâhere kelimelerini kullanmıştır19. Selçuklular devri kadı tayini menşÛrlarında ise kadıların maaşı için ma'âş20, ma'işet21, idrâr22, idrârât23, rusÛm ve mersÛm24 sözcükleri kullanılmıştır. Bu menşÛrlar, kadılara maaşlarını ödemeleri için mahallî devlet görevlilerine talimatlar içermektedir. Hamîdü'd-Dîn EbÛ Bekir b. Muhammed b. Ömer b. Ali el-MahmÛdî'nin Belh kadı'l-kudatlıǧına tayin edildiǧi 1 152/1 153 tarihli Sultan Sencer dîvânından sadır olan menşÛrda, babasından ona intikal eden ve onun adına olan maaşı alması buyrulmuştur25. Yine Sultan Sencer devrinde Esterâbâd'a görevlendirilen Kadı Ziyâü'd-Dîn Mecdü'l-İslâm Hüseyin'in maaşının geçmiştekine göre verilmesi buyrulmuştur26. Ayrıca Kadı'l-Kudat Mecdü'l-Mülk adına isdar olun bir kadı-yi leşkerlik atama menşÛrunda da kadının maaşının zahmetsiz bir şekilde eline geçmesinin temin edilmesi, bu hususta herhangi bir şikâyete mahal verilmemesi talimatı verilmiştir27. Daha geç tarihli bir kadılık menşÛrunda da kadının, bu işin âdeti (resm) her ne ise o maaşı (rusÛm Û mersÛm) alması ve bundan önce yakın zamana kadar diǧer kadılara (diger kudât) ne maaş (rusÛm Û mersÛm) veriliyorsa ona da bu meblaǧın verilmesi ve ödemede kusur ve noksanlık bulunmaması emredilmiştir28. Tekârîrül-Menâsıb'da bulunan kadılık menşÛrlarında daima kadının maaşının dîvân-i istifâda tayin edildiǧi belirtilmektedir29. Nitekim Atebetül-Ketebe'de yer alan dîvân-i istifâ nâibliǧi atamasına ilişkin bir menşÛrda, beldenin servet gelirleri (ebvâbü'l-mâl) ve arazi vergilerinden (herâc) seyyidlerin geçim payının (erzâk) ve diǧer hak sahiplerinin maaşlarının (me'âyiş Û idrârât) belirlenmesi ve her birinin maaşının ayrı ayrı tayin edilmesi talimatı verilmektedir30. Böylece mezkÛr grupların ödenek ve maaşlarının dîvân-i istifâda tayin edildiǧi, bu arada bunların çeşitli gelir kalemleri bulunan dîvân-i istifânın hangi gelirinden karşılandıǧı anlaşılmaktadır.
Öte yandan, dinî zümrelerin muhtelif mensupları gibi, kadılar da maaş yerine geçeceǧi üzere, iktâlara sahiplerdi31. Nitekim RüsÛmü'r-Resâil ve NücÛmülFezâil'de yer alan bir kadılık menşÛrunda, müstakbel kadıya, otlak iktâsından (iktâ'-yi otlâkî) kadıların geçimi (ma'işet-i kudât) için belirlenmiş olan maaşı (mersÛm) tasarrufuna alması ve onunla gönül rahatlıǧını temin etmesi tali matı verilmiştir32. Kadılara birtakım malî ayrıcalıklar tanındıǧı da anlaşılmaktadır. Yukarıda adı geçen Ziyâü'd-Dîn Mecdü'l-İslâm Hüseyin'i Esterâbâd kadısı, hatîbi ve muhtesibi olarak atayan menşÛrda, onun mülkünün avârız ve kısem denilen vergilerden muaf tutulması emredilmiştir33.
Müşahhas bir örneǧi Gazneliler dönemine ait olmakla birlikte, kadının bazen istifası durumunda kadılıktan aldıǧı maaşı hazîneye iade etmesi isteniyordu. Öyle ki, Gazneli sultan MahmÛd'un Buhara kadı'l-kudatı EbÛ Muhammed Abdullah b. Hüseyin en-Nâsıhî (ö. 1055), vazifesinden istifa etmek isteyince, onun istifası kabul edilmemişti. Kadının ısrarla istifasını istemesi üzerine ise istifasının kabul edilmesi için kadılık maaşını (mersÛmü'l-kazâ) geri vermesi şartı koşulmuştu. Kadı bunu yerine getirmek üzere hazinedara gönderildi. Hazinedar da ondan bir şey almamıştır. Zira kadı kendi durumunu arz ettikten sonra anlayışla karşılanmış ve istifası kabul edilmiştir. Bundan sonra o, evinde kanaatkâr bir şekilde hayatını idame etmiştir34. Nazariyede göreviyle bir şekilde ilişiǧi kesilen kadının önceden aldıǧı maaşın ne olacaǧı konusunda İslâm hukukçuları arasında ücretin hazîneye iade edilmesi ve edilmemesi gerektiǧi yönünde birbirine zıt iki görüş ortaya çıkmıştır35.
Doǧrudan doǧruya Büyük Selçuklu ülkesinde kadıların aldıkları maaş miktarı hususunda somut bir örneǧe rastlanılmamakla birlikte, bir fikir vermesi açısından Selçuklular zamanı Baǧdatı'nda ve komşu ülkelerde kadıların maaşı ve alım gücü hususunda birtakım bilgilere ulaşmak mümkündür. Bunun yanında bu hususta kaynaklarda birbirinden oldukça farklı kayıtlar mevcuttur. Mesela İsmâilî filozof, şair, âlim ve seyyah Nâsır-i Hüsrev, 1045-1052 yılları arasında İran, Anadolu, Suriye ve Mısır topraklarında geçen seyahatini içeren Sefernâme adlı eserinde, Mısır Fâtımîlerinde kadı'l-kudatın her ay 2 bin Maǧribî dinar maaşı olduǧunu bildirmiştir. Kimsenin malına tamah etmesinler ve kimseye zulmetmesinler diye her kadının maaşının da buna göre tayin ve tespit edildiǧini de eklemektedir36. Mesela Fâtımî halifesi Hâkim-Biemrillâh kadının gayrimeşru yoldan servet sahibi olmasını önlemek üzere, maaşını, kimseden bir dirhem bile almaması şartıyla iki misline çıkarmıştı37. Bir mukayese yapmaya imkân vermesi hasebiyle, aynı eserdeki aynı coǧrafya ve döneme ait birtakım bilgiler söz konusu edilebilir. Buna göre; orta büyüklükteki bir kervansarayın, normal bir zamanda her yıl 20 bin Maǧribî dinar kira getirisi vardı. Bu zamandaki kıtlık ve restorasyon döneminde ise kira getirisi ayda bin dinara, yılda da 12 bin dinara düşüyordu38. Yine bu kıtlık döneminde on altı batman buǧday bir Maǧribî dinara satılıyordu39. Nâsır-i Hüsrev'in verdiǧi bilgilere güvenilecek olursa, Büyük Selçukluların ilk devirlerine tekabül eden bir zamanda Mısır'da kadı'lkudatın yıllık maaşı, orta büyüklükteki bir kervansarayın olaǧan bir dönemdeki yıllık kira getirisinden fazlaydı. Diǧer yandan, Kindî ise Zeyl'de mezkÛr Fâtımî kadı'l-kudatının maaşını senede 20 bin dinar olarak göstermektedir40. Başka bir bilgiye göre de Fâtımîlerde kadı'l-kudatın maaşı, diǧer kayıtlara nispetle düşük bir meblaǧ, yani 150 dinardı41. Baǧdat kadı'l-kudatı EbÛ Ca'fer Abdü'l-Vâhid b. Ahmed es-Sekafî'nin göreve getirildiǧi aynı yıl vefat etmesi (1060/1061) üzerine yerine oǧlu EbÛ'l-Berekât Ca'fer b. Abdü'l-Vâhid es-Sekafî (ö. 1067) getirilmişti. Onun iki ödemede aldıǧı ücretin miktarının yaklaşık 50 bin Emîriye dinarı olduǧu nakledilmiştir42.
Esas vazifeleri olarak mahkeme teşkil edip davalara bakmaktan başka kadılar dinî ve içtimaî mahiyette olmak üzere vakıflar nazırlıǧı, hatîblik, imâmlık, müftülük, vâizlik, şeyhü'l-İslâmlık, mezhep reisliǧi ve muhtesiblik; eǧitim-öǧretimle ilgili olmak üzere müderrislik, müderris nâibliǧi ve muîdlik; siyasî ve idarî mahiyette olmak üzere vezirlik, vezir nâibliǧi, elçilik, darphane başkanlıǧı, hâciblik gibi çok geniş bir kapsamda muhtelif görev ve faaliyetleri de yerine getiriyordu. Kadıların kadılıkla beraber kendilerine tevdi edilen başka görevlerden de her zaman kadılık maaşına ek olarak bir aylık alıp almadıǧına dair doǧrudan doǧruya Büyük Selçuklu ülkesi dâhilinde bilgiler bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Büyük Selçuklulara muasır bir zamanda Fâtımîlerde 1139/1140 tarihinde kadılık görevine getirilen İsmâil b. Selâme bu vazifesi dolayısıyla aylık 40 dinar maaş alıyordu. Ayrıca dâi'd-duât görevinden de aylık 30 dinar elde ediyordu. Böylece bu iki vazifeden yılda 840 dinar kazanıyordu43. EbÛ'l-Kâsım Ali b. el-Muhassin b. Ali et-TenÛhî es-Sagîr'in (ö. 1055) ise Irak'ta bazı beldelerin kadılıǧı ile yine Baǧdat'taki darphane mesulü sıfatıyla ayda 60 dinar geliri vardı44. Diǧer yandan, el-Gazzâlî'nin idealize ettiǧi kadı tipine uygun olarak, kadılık görevinden maaş almayan kadılar da mevcuttu. Mesela Baǧdat kadı'l-kudatı EbÛ Abdullah Muhammed b. Ali ed-Dâmgânî'nin (ö. 1086) vefatı üzerine Vezir EbÛ Şücâ, Halife Muktedî-Biemrillâh'a EbÛ Bekir Muhammed b. Muzaffer b. Bekrân el-Hamevî eş-Şâmî'yi (ö. 1095) kadı'l-kudat olarak atamasını işaret etmişti. O da kadılıktan herhangi bir gelir elde etmemesi şartıyla kadılık vazifesini kabul etmiştir45.
Kadıların Diǧer Gelir Kaynakları ve Maddî Durumları
Büyük Selçuklular devrinde kadıların yerine getirdikleri diǧer birtakım görevlerden ek maaş alıp almadıkları hususunda somut misallerden mahrumuz. Ancak düzenli maaş bir yana, mesela müderrislik veya müftülük vazifesini yerine getiren kadıların bu işlerinden gelir elde etmesi muhtemeldi. Öyle ki, müderris olarak medresenin vakıf gelirlerinden kazanç elde edebildikleri gibi; idareciler tarafından önlerine getirilen konularda, şartlara uygun fetvalar verdikleri müddetçe onlar tarafından bir nev'i ödeneǧin de sahibi olabiliyorlardı46. Diǧer taraftan, Selçuklular döneminde ümerâ ve varlık sahiplerinin ilmî faaliyetleri destekleyip, ilim tahsil edenlerle âlimlere yüklü meblaǧlarda tahsisat ve hediyeler verdiǧi oluyordu. Bu cümleden olarak, Selçuklu devri kadıları arasında böyle bir imkân ve fırsattan yararlananların olması mümkündür. Ayrıca bu dönem kadılarının fıkıh başta olmak üzere ilmin muhtelif sahalarında faaliyet gösterdikleri bilinmektedir. Kadıların bilhassa hadis ilmiyle meşgul oldukları malumdur. Bu devirde mesela hadis ilmi tahsili kurumsal bir destekle yürür hale gelmişti. Öyle ki hadis tedrisi faaliyetini yürüten hocalara, talebelere, hadis dinleyenlere, üstün başarı gösterenlere, hadis ezberleyenlere ücret ödenmiştir47. Selçuklu kadılarının bu ve bunun gibi ödemelerden de gelir saǧlamaları muhtemeldir. Yine pek çok kadının şiirler yazıp okuduǧu da malumdur. Böyle şair kadıların bu yolla da nakdî veya aynî ihsan ve lütfa nail olmaları da ihtimal dâhilindedir. Öte yandan, nazarî olarak mahkeme harçları konusunda farklı görüşler olmakla birlikte48, bazı kadıların aynı zamanda mahkemelerine başvuranlardan da ücret aldıkları oluyordu49.
Gerek fıkhî mülahazalarda ve gerekse resmî vesikalarda kadıların hediye kabulünden imtina etmesi teorik olarak belirtilmekle birlikte, Büyük Selçuklular devrinde pratikte bunun sıklıkla vaki olduǧu düşünülebilir. Nitekim kendisi de Sultan Sencer devrinde Belh kadı'l-kudatlıǧı yapan Hamîdü'd-Dîn EbÛ Bekir b. Muhammed b. Ömer b. Ali el-MahmÛdî'nin kaleme aldıǧı Makâmât-i Hamîdîde nakledilen bir hikâyede adalet, ilim ve faziletle övülen Ahvâz kadısına hediye (tuhfe) arzından bahsedilir50. Bazı kadı'l-kudatların, kadıların, onların aile bireylerinin ve mahkeme görevlilerinin halifeden, sultandan veya başkalarından hediye ve ihsan kabul etmedikleri de kaynaklara yansımıştır. İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam'da, Halife Kâim-Biemrillâh'ın hizmetinde bulunan İbn Ubeyd el-Mâlikî'nin aǧzından bir hadise nakletmiştir. Buna göre; halife bir kısım hediyeyi hâdime teslim edip bunları nakîblere, Kadı'l-Kudat İbn MâkÛlâ EbÛ Abdullah Hüseyin b. Ali'ye (ö. 1056) ve bazı zevata götürmesini emretmiştir. Hâdim bu emri yerine getirmiş, kadı'l-kudat hariç hepsi hediyeleri kabul etmiştir. Hâdim ise kadı'l-kudata götürdüǧü hediyelerle birlikte geri dönmüştür. İbn Ubeyd durumu halifeye bildirdiǧi zaman, halife buna şaşırmış ve kadı'lkudatı bu davranışa iten sebebi merak etmiştir51. Öte yandan, Kadı'l-Kudat İbn MâkÛlâ yalnız halifeden deǧil, halktan da hediye kabul etmezdi52. Onun haleflerinden Kadı'l-Kudat EbÛ Bekir Muhammed b. Muzaffer b. Bekrân el-Hamevî eş-Şâmî'nin (ö. 1095) de kadılık görevi karşılıǧında maaş (rızk) almadıǧı gibi, hiç kimseden herhangi bir ihsan veya hediyeyi kabul etmediǧi kaydedilmiştir53. İbnü'l-Belhî, 12. yüzyılın ilk çeyreǧinde, Şîrâz kadı'l-kudatının ailesinden olan kadı nâiblerinden (nuvvâb-i meclis-i hokm), reislerden, kâtiblerden (debîrân) ve vekillerden (vekîlân) hiç kimsenin, hiç kimseden bir dirhem dahi almadıǧını söylemektedir54. Gazneliler zamanına ait olduǧu halde, Gazneli Mes'Ûd, babası Sultan MahmÛd'un Hindistan'da bulunan altın putları ele geçirdikten sonra bunları eritip para haline getirdiǧi dinarlardan sadaka olarak, bu sırada on dirhemle kaldıkları, pek sıkıntıda oldukları, kimseden bir şey istemedikleri ve geçim kaynaklarının az olduǧu duyulan Büst kadısı EbÛ'l-Hasan el-BÛlânî ve oǧlu EbÛ Bekir'e bin miskal aǧırlıǧındaki keselerden her birine bir kese göndermişti. Kadı, kıyamet gününden korktuǧunu söyleyerek sultanın gönderdiǧi bu para dolu keseleri geri çevirdi. Bunun üzerine kadıya, bu dinarların putları kırmak suretiyle elde edildiǧi, halifenin sultana bunları almaya müsaade ettiǧini söylenince o, halifenin velayet sahibi olduǧundan dolayı onun baǧışta bulunabileceǧini, ayrıca kendisinin sultanla birlikte gazâda bulunmadıǧını, bu cihetle gazânın sünnete uygun icra edilip edilmediǧini de bilmediǧinden, bu dinarları kabul edemeyeceǧini belirtti. Kadı kabul etmeyince kendisine keseleri öǧrencilere, müstahak olanlara ve dervişlere daǧıtması söylenince ise hiçbir suretle bu vebali üzerine alamayacaǧını ısrarla ifade etmiştir. Son olarak kadının oǧlundan kendi hissesini alması istenince oǧlu da reddetmiştir. Keyfiyet Sultan Mes'Ûd'a bildirilmiş, sultan da hayrette kalarak kadı ve oǧluna hayır dualarda bulunmuştur55.
Kadılar, kadılık maaşı ve aslî vazifeleri haricinde ifa ettikleri görev ve faaliyetlerden saǧladıkları gelirler yanında elde ettiǧi başka gelirler sayesinde servet sahibi olabiliyorlardı. Bu gelir kaynaklarının başlıcası, bilhassa elçilik vazifesiyle diplomatik heyetlerde görevlendirilen kadıların, yöneticilerin ikram ve ihsanına mazhar olmasıyla ortaya çıkıyordu. Kadılar böylece refah içerisinde yaşıyorlardı. Akda'l-Kudat EbÛ'l-Hasan Habîb el-Mâverdî, 1043/1044 tarihinde, Halife Kâîm-Biemrillâh tarafından elçilik vazifesiyle Tuǧrul Bey'e gönderilmişti. Tuǧrul Bey, halifenin elçisi olduǧu için saygı duyduǧu el-Mâverdî'yi dört fersah uzaklıkta karşılamıştır. Daha sonra da kendisine gelmesi dolayısıyla ona 30 bin, halifeye 20 bin, halifenin yakınlarına da 10 bin dinar vermiştir56. EbÛ Abdullah Muhammed b. Ali ed-Dâmgânî'ye (ö. 1086), Halife Kâim-Biemrillâh ikramda bulunur ve Sultan Tuǧrul Bey de ona saygı gösterirdi57. Kâîm-Biemrillâh'ın vefatından sonra halife olarak yerine geçen Muktedî-Biemrillâh'a biat merasiminde, diǧer bazı zevat ile beraber, Kadı EbÛ Abdullah Muhammed b. Muhammed b. el-Beyzâvî de hazır bulunmuştu (1075). Kadı el-Beyzâvî ile Müeyyidü'l-Mülk b. Nizâmü'l-Mülk, hilafet merkezinden Büyük Selçuklu veziri Nizâmü'l-Mülk'e gönderilmişti ki oradan da Gazne'ye gidecek ve bura hükümdarından yeni halife için biat alacaktı. Kaynaǧın diliyle kadı, zengin ve servet sahibi olarak ve bütün rütbelerin fevkine çıkarak geri dönmüştür58. Sultan Melikşah'ın elçisi olarak Gazne'ye giden EbÛ'l-Alâ Sâid b. MansÛr b. İsmâil b. Sâid'e (ö. 1113) Hârezm kadılıǧı verilmişti. Gazne'de ona saygı gösterilmiş ve ikram edilmiştir. Sonra oradan Hârezm'e dönmüştür. Bir süre Hârezm'de ikamet etmiştir. Daha sonra hacca gitmiştir. Baǧdat'ta Dârü'l-Hilâfe'de bulunmuştur. Burada da ona inam ve ikramlarda bulunulmuştur59. İbnü'l-Adîm, Kadı EbÛ'l-Kâsım Ali b. Muhammed es-Simnânî'nin (ö. 1106) Kıtâbü\-İstizhâr fî't-Târîh adlı eserinden naklen, Vezir Nizâmü'l-Mülk'ün Rahbe, Rakka, Harran, Suruç, Haleb ve buralara baǧlı yerlere kadı olarak atadıǧı müellif kadı EbÛ'l-Kâsım'a, çıktıǧı yedi seferde giysiler, baǧış ve maaştan ayrı olarak, kendisine ait paradan 1400 altın ihsanda bulunduǧu, hazîneden ise her yıl için 720 altın tahsis ettiǧini kaydetmiştir60. Muhtelif zamanlarda kadılara giysiler armaǧan edildiǧi anlaşılmakla birlikte, daha ziyade üst düzey kadı'l-kudatların atama emri sadır olduktan sonra gerçekleştirilen tayin emrinin okunduǧu merasimde onlara hil'at giydirilmekteydi61.
Selçuklu devri kadı'l-kudat ve kadılarının sahip oldukları para, mal ve mülklere dair kaynaklarda birtakım somut verilere rastlamak mümkündür. Belirli bir yaşam standardına sahip olan kadılardan başka, kendilerine devlet hazinesinden ayrılan maaşa nispetle durumlarının daha iyi olduǧu kadılar da bulunmaktaydı62. Mesela, Arslan Besâsîrî'nin Baǧdat'ı işgali sırasında (1059), Kadı'l-Kudat EbÛ Abdullah Muhammed b. Ali ed-Dâmgânî'nin evi, Besâsîrî yandaşları tarafından yaǧmalandıktan başka, kadı'l-kudat da tutsak alınmıştı. Kadı'l-kudatın kayınpederi olup, kendisi de bir kadı olan EbÛ'l-Hüseyin b. EbÛ Ca'fer es-Simnânî (ö. 1073), damadı ed-Dâmgânî'nin serbest bırakılması için 3 bin dinar ödeyebilmiştir63. EbÛ Sa'd Mübârek b. Ali b. Hüseyin el-Mahremî (ö. 1119), kadılıktan azledilerek büyük miktarda para cezasına çarptırılmıştır64. Sultan Berkyaruk tarafından kadılıǧa atanan İlkiyâ el-Herrâsî (ö. 1110) zamanla servet ve şöhrete kavuşmuştu65.
İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid adlı eserinde, Büyük Selçuklu vassalı olup Diyarbakır bölgesinde hüküm süren Mervânîler zamanında, bilhassa Tuǧrul Bey ile dostane münasebetler kuran ve 1049'dan itibaren Tuǧrul Bey adına hutbe okutmaya başlayan Mervânî emîri Nasrü'd-Devle'nin saltanatı döneminde vazife yapan Meyyâfârikîn ve Âmid kadılarının maddî durumları hakkında dikkat çekici bilgiler nakletmiştir. Meyyâfârikîn ve Âmid kadılıklarını birden yürüten ve her bir yerde bir ay görev yapan Kadı EbÛ Abdullah Hüseyin b. Seleme el-Mâlikî ölünce, bu iki yerin kadılıkları ayrı kişilere verilmişti. Meyyâfârikîn kadılıǧına EbÛ'l-Mürca Saâdet b. Hüseyin b. Bekir; Âmid kadılıǧına da EbÛ Ali Hasan b. Ali el-Âmidî tayin edildi. Âmid kadısı, bura halkının büyüklerinden ve ileri gelenlerindendi. Kadı EbÛ Ali'nin gerek Âmid içinde ve gerekse bu şehrin dışında, hiç kimsenin elinde bulunmayan menkul ve gayrimenkulü haiz olduǧu söylenmektedir. Aynı zamanda Mervânî emîri Nasrü'd-Devle de kendisine çok ilgi gösterirdi. Emîrin ve devlet erkânının yanında büyük bir mevkii vardı66. Baǧdat'ı işgal eden Arslan Besâsîrî, Halife Kâim-Biemrillâh'ı derdest edip Hadîsetü Âne'ye göndermişti. Halifenin eşi ise yanında oǧlu da olduǧu halde Meyyâfârikîn'e gelmişti. Halifenin ailesi Mervânî emîri Nasrü'd-Devle tarafından karşılanmış, emîr tarafından Âmid'e gönderilerek saraya yerleştirilmiş ve ihtiyaçları saǧlamıştı. Bu sırada Âmid kadısı EbÛ Ali Hasan b. Ali el-Âmidî, Âmid'den Meyyâfârikîn'e gelerek halifenin eşinin, oǧlunun ve maiyetindekilerin Âmid'de kaldıkları süre boyunca masraflarını kendisinin karşılamak istediǧini söyledi. Nasrü'd-Devle ise bunu kabul edemeyeceǧi cevabını verdi. Bunun üzerine kadı da emîre şöyle demiştir: "Efendimiz! Herkes duyacak ki, senin maiyetinde ve hizmetçilerin arasında, halifenin eşini ve oǧlunu misafir edecek ve ihtiyaçlarını karşılayacak adamlar vardır." Sonra vezir ve diǧer devlet erkânı da hükümdardan ricacı oldular. Sonunda Nasrü'd-Devle, kadının isteǧini kabul etmiştir. Halifenin eşi, oǧlu ve maiyetindeki diǧerlerinin günlük ödeneǧi, kaynaǧın ifadesiyle, diǧer birtakım masraf ve ihtiyaçlar hariç 50 Bizans altını idi. Halife Kâim-Biemrillâh'ın Baǧdat'tan çıkartılarak Hadîsetü Âne'ye gönderilmesi ve Tuǧrul Bey tarafından kurtarılarak Baǧdat'a geri dönmesinin saǧlanması, bu arada ailesinin de Meyyâfârikîn'den Baǧdat'a dönmesi arasında aşaǧı yukarı bir yıl geçtiǧi düşünülürse, bu halifelik misafirlerinin yalnız günlük tahsisatının yekÛnunun 20 bin altın civarına ulaştıǧı sonucu ortaya çıkmaktadır67. Bundan kısa bir süre sonra Nasrü'd-Devle, Meyyâfârikîn'de Âmid kadısı EbÛ Ali'yi tutuklayarak hapse attırmış ve servetinin büyük bir kısmına el koymuştur (1060)68. 1064 yılında ise Meyyâfârikîn kadısı EbÛ'l-Kâsım azledilmişti. O, ileri gelen bir aileye mensuptu. Ayrıca büyük bir servete ve mülke sahipti69.
EbÛ Bekir Abdü'r-Rahman b. İsmâil b. Abdü'r-Rahman es-SâbÛnî'nin, Vezir Nizâmü'l-Mülk'le karşılaştıktan sonra ondan izzet ve ikram gördüǧü, önce Azerbaycan kadısı ardından da kadı'l-kudat olarak tayin edildiǧi ve muhtelif menkul ve gayrimenkule sahip olduǧu bilinmektedir70. Musul, Şam ve Haleb'de kadılık ve kadı'l-kudatlık yapan Muhyiddîn EbÛ Hâmid Muhammed eş-Şehrizorî (ö. 1190) ihsanıyla ün yapmıştı. Öyle ki elçilik vazifesiyle Baǧdat'a gittiǧi bir zamanda fakihlere, edebiyatçılara, şairlere ve yoksullara 10 bin Emîrî dinar daǧıttıǧı söylenir. Ayrıca, Musul'daki kadılıǧı boyunca, bir borçlunun iki dinar veya daha küçük bir meblaǧ için hapsedilmesine izin vermediǧi, borcu bizzat kendisi ödediǧi; bu arada onun cömertliǧiyle ilgili çok sayıda hikâyenin dillerde dolaştıǧı belirtilmiştir71. Kadı EbÛ Bekir Muhammed b. el-Hüseyin b. Muhammed el-Ersâbendî'nin (ö. 1118) de cömert (cevvâd) olduǧu söylenmektedir72. Benzer şekilde, Kadı Zeynü'l-İslâm EbÛ Sa'd Muhammed b. Nasr b. MansÛr el-Herevî (ö. 1125/1126) de inam ve ihsan etmekle maruftu73. Yine Serahs kadısı Seyfî'nin oldukça sayılan bir zat olup, ihsanının bol olduǧu, diǧer yandan da karşı olduǧu birisini bir suikastla ortadan kaldırması için bazı kimselere birçok mal teklif ettiǧi söylenmiştir74. NîşâbÛr'da kadılık vazifesi yapan EbÛ Saîd Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Sâid'in (ö. 1133) de servet sahibi olduǧu kaydedilmiştir75. Yine Ahvâz ve havalisinin kadılıǧını yapan, Tuǧrul Bey nezdinde büyük bir itibarı olan EbÛ'l-Hasan Abdü'l-Vehhâb b. MansÛr b. Ahmed b. el-Müşterî (ö. 1044/1045) servet sahibiydi76.
Selçuklu devri kadı'l-kudatlarının ve kadılarının servetleri hususunda kayıtların yanında, onların fakirliklerine ve mütevazı hayatlarına dair de kayda deǧer bilgiler mevcuttur. Mesela, Kadı Ebîverdî (ö. 1034) gerçek durumunu gizlemek suretiyle sabırla fakirliǧin üstesinden geliyordu77. Baǧdat'ta kadılık da yapan meşhur Şâfiî fakihi EbÛ't-Tayyib Tâhir b. Abdullah b. Tâhir et-Taberî (ö. 1058), fakirlikten sarıǧını ve cübbesini kardeşiyle paylaşıyordu. Hal böyle olunca, onlardan birisi dışarı çıktıǧı zaman, öbürü evde kalmak mecburiyetindeydi78. Baǧdat kadı'l-kudatlıǧına getirilen EbÛ Bekir Muhammed b. Muzaffer b. Bekrân el-Hamevî eş-Şâmî (ö. 1095) herhangi bir gelir baǧlanmamasının yanı sıra, giyinmesinde, yemesinde ve ahvalinde bir deǧişiklik olmaması şartıyla bu vazifeyi kabul etmiştir79. Onun sarıǧı ketenden, cübbesi kaba pamuktandı. Yemeǧi de üstüne su serpilmiş ekmek kırıntılarından ibaretti80. MezkÛr kadı'lkudat, kiraya verdiǧi bir evinden aldıǧı bir buçuk dinarla geçimini saǧlamıştır. Hatta kadı'l-kudatlık makamına tayininden sonra, kiralık evi için daha yüksek bir kira ücreti teklif eden birini azarlayarak bu teklifi reddetmiştir81. Kirmân kadısı Fezârî, ince Mısır keteninden yapılan sarık taşıyordu; ancak günlük elbisesi kıymetli atlastandı82.
Büyük Selçuklular devrinde kadıların görevi ihmal ve suiistimal ederek meşru olmayan yollardan haksız kazanç saǧlayabildikleri de anlaşılmaktadır. Nitekim bu durum, Selçuklular devri şair ve yazarlarının kaleme aldıkları mensur ve manzum metinlerde kadılara yönelttikleri tenkit ve şikâyetlerin başında gelmektedir. Kadılıǧın en büyük afetlerinden biri olarak kabul edilen rüşvetçiliǧe vurgunun yanı sıra, kadıların sorumlulukları çerçevesinde ifa ettikleri birtakım hukukî muamelelerdeki görev ve yetkilerini kötüye kullanma keyfiyetine deǧinilmiştir. Resmî vesikalarda dahi kadıların ve yardımcılarının (muttesilân) tamah etmekten ve rüşvetten kendilerini korumalarına dair yapılan ikazlar83 ile yine onlara "Yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenler şüphesiz karınlarına ancak ateş dolduruyorlar. Zaten onlar alevlenmiş ateşe gireceklerdir (en-Nisâ 4/10)." ve "Onların |yetimlerin] mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin (enNisâ 4/2)." ayetlerini daima göz önünde bulundurmaları uyarısının yapılması dikkat çekicidir84. el-Gazzâli, adalet ve yargı işleriyle uǧraşmanın tehlikelerin den birisi olarak yetim malı yemeyi görmüştür85. Yetimlerin mallarının muhafazası, artırılması ve teslimiyle ilgilenmenin yanında, kadıların emanetleri muhafaza etmek görev ve sorumlulukları dâhilinde birtakım suistimale giriştiklerine dair de ipuçları vardır. Nitekim Siyâsetnâme'de dercedilen iki ayrı hikâyede de yüklü miktardaki parasını kadıya emanet eden ancak kadının bir hile ve tehdit ile bu paralara el koyması üzerine, kadıyı hükümdara şikâyet eden şahıslardan söz edilmiştir86. Selçukluların son zamanlarında dünyaya gelen Ferîdü'd-Dîn Attâr, kendisine isnat edilen Mazharül-Acâyib adlı eserde, kadılar başta olmak üzere din görevlilerinin yerinde görülmeyen tutum ve davranışlarını belirtmiştir. Ona göre, kadı tahıl ölçeǧini (kile) rüşvetle dolduruyordu. Bu meşhur mutasavvıf şair kötü kadıdan uzak kalınması gerektiǧini, zira rüşvetle din satın aldıǧını söyleyerek87 eleştirilerini yöneltmiştir. 12. yüzyıl şairi Esîrü'd-Dîn Ahsîketî, kadıya rüşvet vermek suretiyle şahidin şahitliǧinin hükümsüz kılınabileceǧini dile getirerek88, şahitlik edenin şehadetinin önemli olmadıǧını ve rüşvetle iş yapılabileceǧini ifade etmiştir. Nâsır-i Hüsrev, Büyük Selçuklular devri din âlimlerini eleştirdiǧi şiirlerinde, rüşvet olarak bostan, altın ve tarladan başka bir şey almayan ulemânın davranışının yol kesenler (râhzenân) gibi zalimce olduǧunu, ancak bunları alırlarsa tavırlarının deǧiştiǧini söylemiştir89. Ona göre; fıkıh tahsil etmekten fukahânın amacı, sadece alışveriş hilesini öǧrenmek, haram kazanç saǧlamak ve para koparmaktır90. Oysa iyi bir kadının teraziyi altın ve gümüşle eǧmediǧinden bahsetmiştir91. Rüşvetçilik sebebiyle görevden alınan kadılar da vardı. Mesela zekâsından, etkili ve güzel konuşmasından dolayı methedilen, aynı zamanda bir vâiz ve müderris olan Hanefî âlimi EbÛ Bekir Muhammed b. Abdullah en-Nâsıhî (ö. 1091) delirmesi, kelâmcı olması ve rüşvet alması yüzünden NîşâbÛr kadılıǧından azledilmişti. Bununla birlikte, bir süre sonra Rey kadılıǧına getirilmiştir92.
Sonuç ve Deǧerlendirme
Büyük Selçuklular devrinde kadılar devlet hazînesinden düzenli bir maaş alırlardı. Kadıların maaşları dîvân-i istifâda belirlenir ve mahallî devlet görevlileri vasıtasıyla ödenirdi. Kadılar birtakım malî imtiyaz ve muafiyetten de faydalanırdı. Kadıların maaş alması salt görevleri karşılıǧı olarak ödenen bir meblaǧ olmaktan başka, onların geçimlerini saǧlayıp hayatını sürdürebilmeleri için hâlihazırdaki konumlarını muhafaza etmeleri ihtiyacından dolayı, her ne kadar görevlerinin niteliǧi şer'î olsa da onları nihayetinde bir devlet görevlisi pozisyonunda tutuyor ve bu durum da yargı baǧımsızlıǧını zedeleyen bir unsur oluyordu. Asıl görevi hukukî uyuşmazlıkları ve davaları karara baǧlamak, hukukî muameleleri yerine getirmek olan kadılara dinî, içtimaî, siyasî, idarî mahiyette ve eǧitim, öǧretimle ilgili olmak üzere oldukça geniş bir çerçevede kazaî olmayan toplu görevler de tevdi edilirdi. Kadılar kadılıkla beraber icra ettikleri muhtelif görev ve faaliyetlerden de gelir elde ederdi. Bunun yanında kadılar takdir, taltif, teşvik etmek veya ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kendilerine baǧışlanan hediye ve in'âmlar sayesinde servet sahibi olarak gelir ve refah düzeyi yüksek bir yaşam elde etme imkânı da bulabiliyordu. Diǧer taraftan, kendilerine özgü yapılarından dolayı yerine getirdikleri kadılık vazifesinden herhangi bir kazanç saǧlamayan, hediye kabul etmeyen ve mütevazı bir yaşamı tercih eden kadılar da mevcut olmuştur. Her ne kadar tamah etmemeleri ve dinî inanç ve deǧerlere aykırı hareketlerde bulunmamaları için kadılara muayyen bir miktar maaş baǧlanmışsa ve çeşitli gelir kaynaklarından ek gelir saǧlayabilmeleri mümkünse de rüşvet başta olmak üzere kadıların gayrimeşru yollardan kazanç elde etmeleri idarî, dinî ve ahlâkî baskıya raǧmen engellenememiştir.
Makale Geliş Tarihi: 21.12.2020. Makale Kabul Tarihi: 15.04.2021.
Extended Abstract
In the Great Seljuqs period, the qadis, who were the main officials of the justice organization, had a wide the scope of duties and activities within their judicial, political, administrative, military, religious, social, etc. powers and responsibilities. Thus, in this period, as a result of a large task union, office of the qadi went beyond merely being office of judiciary and fulfillment of legal affairs. The qadis received a regular salary for the judicial duty they fulfilled from the state treasury. The salaries of the qadis were determined in divan-i istifa and paid through local government officials. The fact that the qadis received a salary was a factor undermining the independence of the judiciary because of their tendency to maintain their position as a government official so that they could earn a living and live well. The qadis also benefited from some financial privileges and exemptions. The qadis also earned income from the duties and activities they performed outside of their main duties. For example, they could earn money from the waqf income as mudarris and from the fatwas they gave as mufti. The qadi who were active in various branches of science, especially in the fiqh and the hadith, and in the field of literature could benefit from the allocation of high-ranking state officials and wealth holders. Court fees were also a source of income. In addition to the income earned from the salary for the judicial duty and additional duties, the qadis could also gain various allowances and grants that would enable them to enjoy with great wealth rather than a certain quality of life. For example, the qadis who were assigned to diplomatic delegations with the duty of embassy received gifts and grants of the administrators. These appeared as in cash or in kind donations in various forms. However, legal discussions about whether the qadis could receive a salary and accept donations as gifts had continued since the early periods of Islam, including the considerations of the scholars and ideologues of the Great Seljuk period. On the other hand, despite the administrative, religious and moral pressure, there were also those who made illegal profit, especially bribery, among the qadis. In addition, the qadis committed some misconduct within the scope of their duties and responsibilities to protect orphans' properties and trusts. Among the Seljuk qadis, there were also the qadis who lived a luxurious life in wealth, as well as living in poverty. In this study, salaries, income sources and financial situations of the qadis in the Great Seljuqs Period are examined. By doing this, the subject is discussed within its the theoretical perspective and practical processes.
1 EbÛ'l-Hasan el-Mâverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, (çev. A. Şafak), Bedir Yayınevi, İstanbul 2015, s. 369; EbÛ'l-Hasan el-Mâverdî, Kitabü'l-Nasîhatü'l-MülÛk (Siyaset Sanatı), (çev. M. Sarıbıyık), Özgü Yayınları, İstanbul 2016, s. 329.
2 Fahreddin Atar, "Kadı", TDVİslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 2001, c. XXIV, s. 68.
3 Nizâmü'l-Mülk, Siyâsetnâme, (nşr. M. A. Köymen), c. I: Farsça metin, Dil ve Tarih-Coǧrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1976, s. 42; Nizâmü'l-Mülk, Siyâsetnâme, (çev. M. Kanar), Say Yayınları, İstanbul 2017, s. 102.
4 Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 82 (Farsça metin); Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 146.
5 Ann K. S. Lambton, Continuity and Change in Medieval Persia: Aspects of Administrative, Economic and Social History, 11th-14th Century, Persian Heritage Foundation, New York 1988, s. 75.
6 Fahreddin Atar, İslâm Adliye Teşkilâtı (Ortaya Çıkışı ve İşleyişi), Diyanet İşleri Başkanlıǧı Yayınları, Ankara 1999, s. 118; İslâm'ın klasik çaǧında kadıların maaşı hakkında bkz. Ahmet Aydın, "Klasik Dönemde Kadı (Hakim) Maaşlarında İzlenen Politika ve Uygulamalar", Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2004 (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
7 Lambton, a.g.e., s. 75.
8 Mathieu Tillier, "Judicial Authority and Qadis' Autonomy under the Abbasids", Journal of the Medieval Mediterranean, vol. XXVI, No. 2, Al-Masaq, 2014, pp. 121-122; Mathieu Tillier, "Courts", (ed. Emad el-Din Shahin), The Oxford Encyclopedia of Islam and Politics, Oxford University Press, vol. I, New York 2014, p. 228.
9 EbÛ Hâmid Muhammed el-Gazzâlî, Kimyâ-yi Saâdet, (çev. A. Arslan), Ataç Yayınları, İstanbul 2017, s. 231; EbÛ Hâmid Muhammed el-Gazzâlî, İhyâü UlÛm'id-Dfn, (çev. A. Arslan), Merve Yayınları, İstanbul 2014, c. II, s. 412.
10 Adam Mez, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti -İslâm'ın Rönesansı-, (çev. S. Şaban), İnsan Yayınları, İstanbul 2014, s. 262.
11 EbÛ'l-Hasan el-Mâverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, (çev. A. Şafak), Bedir Yayınevi, İstanbul 2015, s. 154.
12 Hasan b. Abdü'l-Mü'min el-Hoyî, Gunyetül-Kâtib veMünyetü't-Tâlib, RüsÛmü'r-Resâil veNücÛmü'lFezâil, (nşr. A. S. Erzi), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1963, s. 35 (RüsÛmü'r-Resâil ve NücÛmü'l-Fezâil kısmı).
13 EbÛ'l-Ulâ Mardin, "Kadı", MEB İslâm Ansiklopedisi, Milli Eǧitim Basımevi, İstanbul 1977, c. VI, s. 44.
14 Reşîdü'd-Dîn Fazlullah, Cami'ü't-Tevârih (Selçuklu Devleti), (çev. E. Göksu, H. H. Güneş), Selenge Yayınları, İstanbul 2010, s. 68-69.
15 Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 151 (Farsça metin); Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 224.
16 Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, Atebetül-Ketebe, (nşr. Meryem Sâdikî), Neşr-i Nigâh-i Muasir, Tahran 1396/2017, s. 105.
17 Mathieu Tillier, "Courts", p. 228.
18 Aydın, a.g.t., s. 10-15.
19 Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 42, 82 (Farsça metin); Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 102, 146.
20 Anonim, Tekârîrül-Menâsıb (Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar), (nşr. O. Turan), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988, s. 53 (Farsça metin).
21 Anonim, Tekârîrül-Menâsıb (Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar), s. 51, 55, 56 (Farsça metin); Hasan b. Abdü'l-Mü'min el-Hoyî, a.g.e., s. 36 (RüsÛmü'r-Resâil ve NücÛmü'l-Fezâilkısmı).
22 Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, a.g.e., s. 145.
23 Seyyid Ali Müeyyed Sâbitî, Esnâd ve Nâmehâ-yi Târihî, ez-Evâil-i Devrehâ-yi İslâmî tâ Evâhir-i Ahd-i Şâh İsmâil-i Safevî, Ketâbhâne-yi TahÛrî, Tahran 1346/1967, s. 142; Anonim, Ahkâmu Sultâni'lMâzî (Leningrad Münşeât Mecmuası), Ketâbhâne-yi Dânişgâh-i Tehran, nr. 2257, vr. 117b.
24 Anonim, el-Muhtârât mine'r-Resâil, (nşr. Gulâm Rızâ Tâhir, Îrec Afşâr), Bunyâd-i MevkÛfât-i Doktor MahmÛd Afşâr-i Yezdî, Tahran 1378/1999, s. 401; Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, a.g.e., s. 151; Anonim, Ahkâmu Sultâni'l-Mâzî (Leningrad Münşeât Mecmuası), nr. 2257, vr. 26a; Hasan b. Abdü'l-Mü'min el-Hoyî, a.g.e., s. 36 (RüsÛmü'r-Resâil ve NücÛmü'l-Fezâil kısmı).
25 Seyyid Ali Müeyyed Sâbitî, a.g.e., s. 142; Anonim, Ahkâmu Sultâni'l-Mâzî (Leningrad Münşeât Mecmuası), nr. 2257, vr. 117b.
26 Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, a.g.e., s. 145.
27 Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, a.g.e., s. 151; Anonim, Ahkâmu Sultâni'l-Mâzî (Leningrad Münşeât Mecmuası), nr. 2257, vr. 26a.
28 Anonim, el-Muhtârât mine'r-Resâil, s. 401.
29 Anonim, Tekârîrü'l-Menâsıb (Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar), s. 49, 51, 53, 55, 56 (Farsça metin).
30 Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, a.g.e., s. 141.
31 Ann K. S. Lambton, "The Evolution of the Ikta' in Medieval Iran", Iran, vol. V, No. 1, 1967, p. 48.
32 Hasan b. Abdü'l-Mü'min el-Hoyî, a.g.e., s. 36 (RüsÛmü'r-Resâil ve NücÛmül-Fezâil kısmı).
33 Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, a.g.e., s. 145.
34 EbÛ'l-Hasan el-Fârisî, el-Muhtasar min Ketâbü 's-Siyâk li-Târîh-i NîşâbÛr, (nşr. Muhammed Kâzım el-MahmÛdî), Mîrâs-i MektÛb. Tahran 1384/2005, s. 167.
35 Aydın, a.g.t., s. 22-23.
36 Nâsır-i Hüsrev, Sefernâme, (çev. A. Tarzi), Milli Eǧitim Basımevi, İstanbul 1950, s. 93.
37 Mez, a.g.e., s. 262.
38 Nâsır-i Hüsrev, Sefernâme, s. 89.
39 Nâsır-i Hüsrev, Sefernâme, s. 111.
40 Mez, a.g.e., s. 262.
41 Ahmet Ocak, Selçuklu Devri Üniversiteleri Nizâmiye Medreseleri, Nizamiye Akademi, İstanbul 2017, s. 154.
42 İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid (Artuklular Kısmı), (çev. A. Savran), Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum 1992, s. 128.
43 Aydın, a.g.t., s. 47.
44 Mez, a.g.e., s. 262.
45 İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam fî Târîhi'l-MulÛk vel-Umem, (nşr. Muhammed Abdülkâdir Atâ, Mustafa Abdülkâdir Atâ), Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1412/1992, c. XVII, s. 27-28.
46 George Makdisi, Ortaçaǧ'da Yüksek Öǧretim -İslâm Dünyası ve Hıristiyan Batı-, (çev. A. H. Çavuşoǧlu, T. Başoǧlu), İstanbul: Klasik Yayınları, İstanbul 2018, s. 245-294.
47 Selim Demirci, Kriz Döneminde Hadis ve Yorum -Haçlı ve Moǧol Saldırıları Gölgesinde Hadis Âlimleri-, İlem Yayınları, İstanbul 2020, s. 28.
48 Aydın, a.g.t., s. 31-32.
49 Lambton, a.g.e., s. 74; Mez, a.g.e., s. 262.
50 Ömer b. MahmÛd el-Belhî, Makâmât-i Hamîdî, (nşr. Rızâ Enzâbî Nejâd), Merkez-i Neşr-i Dânişgâhî, Tahran 1365/1986, s. 156.
51 İbnü'l-Cevzî, a.g.e., c. XV, s. 352.
52 İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye (Büyük İslâm Tarihi), (çev. M. Keskin), Çaǧrı Yayınları, İstanbul 1995, c. XII, s. 168.
53 Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ', (nşr. Şuayb el-ArnaÛt), Muessesetü'r-Risâle, Beyrut 1417/1996, c. XIX, s. 86; İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 297; İbnü'l-Cevzî, a.g.e., c. XVII, s. 27.
54 İbnü'l-Belhî, Fârsnâme, (nşr. Guy Le Strange, Reynold Alleyne Nicholson), İntişârât-i Esâtîr, Tahran 1385/2006, s. 118.
55 EbÛ'l-Fazl Muhammed b. Hüseyin-i Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, (çev. N. Lügal, haz. H. Kırlangıç), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019, s. 477-478.
56 Ali Sevim, "İbnü'l-Cevzî'nin el-Muntazam Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler (h. 430485=1038-1092)", Belgeler, 26(30), 2005, s. 40.
57 İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 262-263.
58 Bundârî, Zübdetü'n-Nusra ve Nuhbetü'l-Usra (Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi), (çev. K. Burslan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1999, s. 52.
59 EbÛ'l-Hasan el-Fârisî, a.g.e., s. 134.
60 İbnü'l-Adîm, Bugyetü't-Taleb fî Tarihi Haleb (Biyografilerle Selçuklu Tarihi), (çev. A. Sevim), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989, s. 58.
61 bkz. Ali Sevim, a.g.m., s. 10; İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 167, 259, 349; İbnü'l-Cevzî, a.g.e., c. XVIII, s. 48.
62 G. M. Kurpalidis, Büyük Selçuklu Devletinin İdarî, Sosyal ve Ekonomik Tarihi, (çev. İ. Kamalov, red. S. S. Kucur), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2011, s. 133.
63 Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir'atü'z-Zamân fî Târîhi'l-Âyân'da Selçuklular, (çev. A. Sevim), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011, s. 59.
64 İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 350.
65 Abdülkerim Ünalan, "Kiyâ el-Herrâsî", TDV İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 2002, c. XXVI, s. 126.
66 İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid (MervanîKürtleri Tarihi), (çev. M. E. Bozarslan), Koral Yayınları, İstanbul 1975, s. 143-144.
67 İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid (Mervanî Kürtleri Tarihi), s. 148, 151, 152.
68 İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid (Mervanî Kürtleri Tarihi), s. 165.
69 İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid (Mervanî Kürtleri Tarihi), s. 170.
70 EbÛ'l-Hasan el-Fârisî, a.g.e., s. 210-211.
71 İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-A'yân (Ibn Khallikan's Biographical Dictionary), (İngilizce çev. William MacGuckin de Slane), Paris 1843, c. I, p. 650.
72 İbnü'l-Cevzî, a.g.e., c. XVII, s. 168.
73 Bundârî, a.g.e., 137.
74 Muhammed İbn Münevver, Tevhidin Sırları, (çev. S. Uludaǧ), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003, s. 176.
75 Abdü'l-Kâdir el-Kureşî, el-Cevâhirü'l-Mudiyye fî Tabakâti'l-Hanefiyye, (nşr. Abdü'l-Fettâh Muhammed el-Hulv), Hicr, 1413/1993, c. III, s. 60; İbnü'l-Cevzî, a.g.e., c. XVII, s. 280.
76 İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 145.
77 Makdisi, a.g.e., s. 249.
78 İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 187; Mez, a.g.e., s. 262.
79 İbnü'l-Cevzî, a.g.e., c. XVII, s. 27-28.
80 Mez, a.g.e., s. 262.
81 Zehebî, a.g.e., c. XIX, s. 86.
82 Kurpalidis, a.g.e., s. 133.
83 Anonim, el-Muhtârât mine'r-Resâil, s. 402.
84 Mesela bkz. Anonim, Ahkâmu Sultâni'l-Mâzî (Leningrad Münşeât Mecmuası), nr. 2258, vr. 73a.
85 Şeyh Muhammed el-YakÛbî, Fedâilül-Enam min Resâili Hüccetül-İslâm (Gazzâlî'nin Mektupları), (çev. M. Kelebek), İnkılâb Yayınları, İstanbul 2017, s. 49-51.
86 Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 78-90 (Farsça metin); Nizâmü'l-Mülk, a.g.e., s. 142-156.
87 Ferîdü'd-Dîn Attâr, Mazharü'l-Acâyib, (nşr. Ahmed Hoşvenîs), İntişârât-i Firdevsî, Tahran 1345/1966, s. 88.
88 Esîrü'd-Dîn Ahsîketî, Divân, (nşr. Rüknü'd-Dîn HumâyÛn-i Ferruh), KetâbfurÛşî-yi RÛdekî, Tahran 1337/1958, s. 288.
89 Nâsır-i Hüsrev, Divân, (nşr. Müctebâ Mînovî, Mehdî Muhakkik), İntişârât-i Dânişgâh-i McGill Û Dânişgâh-i Tehrân, Tahran 1357/1978, s. 436.
90 Nâsır-i Hüsrev, Divân, s. 76.
91 Nâsır-i Hüsrev, Divân, s. 491.
92 İbn Kesîr, a.g.e., c. XII, s. 26.
Kaynaklar
Abdü'l-Kâdir el-Kureşî, el-Cevâhirül-Mudiyye fı Tabakâti'l-Hanefiyye, (nşr. Abdü'l-Fettâh Muhammed el-Hulv), Hicr, c. III, 1413/1993.
SEVİM, Ali, "İbnü'l-Cevzfnin el-Muntazam Adlı Eserindeki Selçuklularla İlgili Bilgiler (h. 430485=1038-1092)", Belgeler, 26(30), 2005, s. 1-84.
Anonim, Ahkâmu Sultâni'l-Mâzî (Leningrad Münşeât Mecmuası), Ketâbhâne-yi Dânişgâh-i Tehrân, nr. 2257-2259.
Anonim, el-Muhtârât mine'r-Resâil, (nşr. Gulâm Rızâ Tâhir, Îrec Afşâr), Bunyâd-i MevkÛfât-i Doktor MahmÛd Afşâr-i Yezdî, Tahran 1378/1999.
Anonim, Tekârîrü'l-Menâsıb (Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar), (nşr. O. Turan), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988.
ATAR, Fahreddin, İslâm Adliye Teşkilâtı (Ortaya Çıkışı ve İşleyişi), Diyanet İşleri Başkanlıǧı Yayınları, Ankara 1999.
ATAR, Fahreddin, "Kadı", TDVİslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 2001, c. XXIV, s. 66-69.
AYDIN, Ahmet, "Klasik Dönemde Kadı (Hakim) Maaşlarında İzlenen Politika ve Uygulamalar", Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2004 (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi).
Bundârî, Zübdetü'n-Nusra ve Nuhbetül-Usra (Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi), (çev. K. Burslan), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1999.
DEMİRCİ, Selim, Kriz Döneminde Hadis ve Yorum -Haçlı ve Moǧol Saldırıları Gölgesinde Hadis Âlimleri-, İlem Yayınları, İstanbul 2020.
EbÛ Hâmid Muhammed el-Gazzâlî, İhyâü UlÛm'id-Dfn, (çev. A. Arslan), c. II, Merve Yayınları, İstanbul 2014.
EbÛ Hâmid Muhammed el-Gazzâlî, Kimyâ-yi Saâdet, (çev. A. Arslan), Ataç Yayınları, İstanbul 2017.
EbÛ'l-Fazl Muhammed b. Hüseyin-i Beyhakî, Târîh-i Beyhakî, (çev. N. Lügal, haz. H. Kırlangıç), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2019.
EbÛ'l-Hasan el-Fârisî, el-Muhtasar min Ketâbü's-Siyâk li-Târîh-i NîşâbÛr, (nşr. Muhammed Kâzım elMahmÛdî), Mîrâs-i MektÛb. Tahran 1384/2005.
EbÛ'l-Hasan el-Mâverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, (çev. A. Şafak), Bedir Yayınevi, İstanbul 2015.
EbÛ'l-Hasan el-Mâverdî, Kitabü'l-Nasîhatü'l-MülÛk (Siyaset Sanatı), (çev. M. Sarıbıyık), Özgü Yayınları, İstanbul 2016.
EbÛ'l-Ulâ Mardin, "Kadı", MEB İslâm Ansiklopedisi, Milli Eǧitim Basımevi, c. VI, İstanbul 1977, s. 42-46.
Esîrü'd-Dîn Ahsîketî, Dîvân, (nşr. Rüknü'd-Dîn HumâyÛn-i Ferruh), KetâbfurÛşî-yi RÛdekî, Tahran 1337/1958.
Ferîdü'd-Dîn Attâr, Mazharü'l-Acâyib, (nşr. Ahmed Hoşvenîs), İntişârât-i Firdevsî, Tahran 1345/1966.
Hasan b. Abdü'l-Mü'min el-Hoyî, Gunyetül-Kâtib veMünyetü't-Tâlib, RüsÛmü'r-Resâil ve NücÛmü'l-Fezâil, (nşr. A. S. Erzi), Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1963.
İbn Hallikân, Vefeyâtü'l-A'yân (Ibn Khallikan's Biographical Dictionary), (İngilizce çev. William MacGuckin de Slane), c. I, Paris 1843.
İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye (Büyük İslâm Tarihi), (çev. M. Keskin), Çaǧrı Yayınları, c. XII, İstanbul 1995.
İbnü'l-Adîm, Bugyetü't-Taleb fî Tarihi Haleb (Biyografilerle Selçuklu Tarihi), (çev. A. Sevim), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1989.
İbnü'l-Belhî, Fârsnâme, (nşr. Guy Le Strange, Reynold Alleyne Nicholson), İntişârât-i Esâtîr, Tahran 1385/2006.
İbnü'l-Cevzî, el-Muntazam fî Târihil-MulÛk vel-Umem, (nşr. Muhammed Abdülkâdir Atâ, Mustafa Abdülkâdir Atâ), c. XV, XVII, XVIII, Dârü'l-Kütübi'l-İlmiyye, Beyrut 1412/1992.
İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid (Artuklular Kısmı), (çev. A. Savran), Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Yayını, Erzurum 1992.
İbnü'l-Ezrak el-Fârikî, Târîhu Meyyâfârikîn ve Âmid (MervanîKürtleri Tarihi), (çev. M. E. Bozarslan), Koral Yayınları, İstanbul 1975.
KURPALİDİS, G. M., Büyük Selçuklu Devletinin İdarî, Sosyal ve Ekonomik Tarihi, (çev. İ. Kamalov, red. S. S. Kucur), Ötüken Neşriyat, İstanbul 2011.
LAMBTON, Ann K. S., "The Evolution of the Ikta' in Medieval Iran", Iran, vol. V, No. 1, 1967, pp. 41-50.
LAMBTON, Ann K. S., Continuity and Change in Medieval Persia: Aspects of Administrative, Economic and Social History, IIth-I4th Century, Persian Heritage Foundation, New York 1988.
MAKDİSİ, George, Ortaçaǧda Yüksek Öǧretim -İslâm Dünyası ve Hıristiyan Batı-, (çev. A. H. Çavuşoǧlu, T. Başoǧlu), İstanbul: Klasik Yayınları, İstanbul 2018.
MEZ, Adam, Onuncu Yüzyılda İslâm Medeniyeti -İslâm'ın Rönesansı-, (çev. S. Şaban), İnsan Yayınları, İstanbul 2014.
Muhammed İbn Münevver, Tevhidin Sırları, (çev. S. Uludaǧ), Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2003.
Müntecebü'd-Dîn Bedî' el-Cüveynî, Atebetü'l-Ketebe, (nşr. Meryem Sâdikî), Neşr-i Nigâh-i Muasir, Tahran 1396/2017.
Nâsır-i Hüsrev, Dîvân, (nşr. Müctebâ Mînovî, Mehdî Muhakkik), İntişârât-i Dânişgâh-i McGill Û Dânişgâh-i Tehrân, Tahran 1357/1978.
Nâsır-i Hüsrev, Sefernâme, (çev. A. Tarzi), Milli Eǧitim Basımevi, İstanbul 1950.
Nizâmü'l-Mülk, Siyâsetnâme, (çev. M. Kanar), Say Yayınları, İstanbul 2017.
Nizâmü'l-Mülk, Siyâsetnâme, (nşr. M. A. Köymen), c. I: Farsça metin, Dil ve Tarih-Coǧrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1976.
OCAK, Ahmet, Selçuklu Devri Üniversiteleri Nizâmiye Medreseleri, Nizamiye Akademi, İstanbul 2017.
Ömer b. MahmÛd el-Belhî, Makâmât-i Hamîdî, (nşr. Rızâ Enzâbî Nejâd), Merkez-i Neşr-i Dânişgâhî, Tahran 1365/1986.
Reşîdü'd-Dîn Fazlullah, Cami'ü't-Tevârih (Selçuklu Devleti), (çev. E. Göksu, H. H. Güneş), Selenge Yayınları, İstanbul 2010.
Seyyid Ali Müeyyed Sâbitî, Esnâd ve Nâmehâ-yi Târîhî, ez-Evâil-i Devrehâ-yi İslâmî tâ Evâhir-i Ahd-i Şâh İsmâtl-i Safevî, Ketâbhâne-yi TahÛrî, Tahran 1346/1967.
Sıbt İbnü'l-Cevzî, Mir'atü'z-Zamân fı Târîhi'l-Âyân'da Selçuklular, (çev. A. Sevim), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2011.
Şeyh Muhammed el-YakÛbî, Fedâilü'l-Enam min Resâili Hüccetül-İslâm (Gazzâlî'nin Mektupları), (çev. M. Kelebek), İnkılâb Yayınları, İstanbul 2017.
TİLLİER, Mathieu, "Courts", (ed. Emad el-Din Shahin), The Oxford Encyclopedia of Islam and Politics, Oxford University Press, vol. I, New York 2014, pp. 227-232.
TİLLİER, Mathieu, "Judicial Authority and Qadis' Autonomy under the Abbasids", Journal of the Medieval Mediterranean, vol. XXVI, No. 2, Al-Masaq, 2014, pp. 119-131.
ÜNALAN, Abdülkerim, "Kiyâ el-Herrâsî", TDVİslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara 2002, c. XXVI, s. 126.
Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ', (nşr. Şuayb el-ArnaÛt), c. XIX, Muessesetü'r-Risâle, Beyrut 1417/1996.
You have requested "on-the-fly" machine translation of selected content from our databases. This functionality is provided solely for your convenience and is in no way intended to replace human translation. Show full disclaimer
Neither ProQuest nor its licensors make any representations or warranties with respect to the translations. The translations are automatically generated "AS IS" and "AS AVAILABLE" and are not retained in our systems. PROQUEST AND ITS LICENSORS SPECIFICALLY DISCLAIM ANY AND ALL EXPRESS OR IMPLIED WARRANTIES, INCLUDING WITHOUT LIMITATION, ANY WARRANTIES FOR AVAILABILITY, ACCURACY, TIMELINESS, COMPLETENESS, NON-INFRINGMENT, MERCHANTABILITY OR FITNESS FOR A PARTICULAR PURPOSE. Your use of the translations is subject to all use restrictions contained in your Electronic Products License Agreement and by using the translation functionality you agree to forgo any and all claims against ProQuest or its licensors for your use of the translation functionality and any output derived there from. Hide full disclaimer
© 2021. This work is published under https://creativecommons.org/licenses/by-nc/4.0/ (the “License”). Notwithstanding the ProQuest Terms and Conditions, you may use this content in accordance with the terms of the License.
Abstract
In the Great Seljuqs period, the qadis, who were the main officials of the justice organization, had a wide scope of duties and activities within their judicial, political, administrative, military, religious, social, etc. powers and responsibilities. Thus, in this period, as a result of a large task union, office of the qadi went beyond merely being an office of judiciary and fulfillment of legal affairs. The qadis received a salary for the judicial duty they fulfilled, as well as earning income from the duties and activities they performed outside of their main duties. In addition to the income earned from the salary for the judicial duty and additional duties, the qadis could also gain various allowances and grants that would lead them to wealth rather than a certain quality of life. However, legal discussions about whether the qadis could receive a salary and accept donations as gifts had continued since the early periods of Islam, including the considerations of the scholars and ideologues of the Great Seljuk period. On the other hand, despite the administrative, religious and moral pressure, there were also those who made illegal profit, especially bribery, among the qadis. Among the Seljuk qadis, there were also the qadis who lived a luxurious life in wealth, as well as living in poverty and barely maintaining their lives. In this study, salaries, income sources and financial situations of the qadis in the Great Seljuqs period are going to be examined. By doing this, the subject is going to be discussed within its theoretical perspective and practical processes.
You have requested "on-the-fly" machine translation of selected content from our databases. This functionality is provided solely for your convenience and is in no way intended to replace human translation. Show full disclaimer
Neither ProQuest nor its licensors make any representations or warranties with respect to the translations. The translations are automatically generated "AS IS" and "AS AVAILABLE" and are not retained in our systems. PROQUEST AND ITS LICENSORS SPECIFICALLY DISCLAIM ANY AND ALL EXPRESS OR IMPLIED WARRANTIES, INCLUDING WITHOUT LIMITATION, ANY WARRANTIES FOR AVAILABILITY, ACCURACY, TIMELINESS, COMPLETENESS, NON-INFRINGMENT, MERCHANTABILITY OR FITNESS FOR A PARTICULAR PURPOSE. Your use of the translations is subject to all use restrictions contained in your Electronic Products License Agreement and by using the translation functionality you agree to forgo any and all claims against ProQuest or its licensors for your use of the translation functionality and any output derived there from. Hide full disclaimer
Details
1 Arş. Gör. Dr., Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü