ÖZ
Türkiye'de demokrasinin gelişiminde basının özel bir konumu vardır. Modernleşme ile birlikte ortaya çıkan demokratikleşme hareketleri içinde basın; bir taraftan toplumu yeni fikirlere açarak bu süreci beslerken diǧer taraftan paradoksal bir şekilde özellikle Cumhuriyet dönemindeki askeri darbelerdeki etkisi dolayısıyla bu yöndeki gelişmenin daralmasında ve kesintiye uǧramasında etkili olmuştur. Bu bakımdan Türk demokrasisinin tarihsel gelişimini anlamak ve onu doǧru bir konuma oturtmak için basının göz önünde bulundurulması ve deǧerlendirilmesi bir zorunluluktur. İkinci Dünya Savaşı sonrası konjonktüründe Türkiye'de yaşanan demokrasiye geçiş süreci, modern Türk siyasi tarihinin en önemli kırılma noktalarından biridir. Her ne kadar askeri darbeler dönemindeki kadar etkili olmasa da bu geçiş döneminin siyasal rejim açısından hedeflenen şekilde sonuçlandırılmasında Türk basının tavrı önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Bu dönem; yaklaşık üç çeyrek asırlık parlamento deneyimine sahip Türk demokrasisinin geldiǧi olgunluk seviyesini göstermesinin yanında, çaǧdaş Türk aydını ve basın açısından da bu yöndeki birikimin test edildiǧi dönem olmuştur. Hâlihazırda var olan Tek Parti rejimini korumakla çok partili, çoǧulcu demokrasiye geçiş konusunda büyük bir kararsızlıǧın yaşandıǧı bu dönemde basında farklı kutuplaşmalar ortaya çıkmıştır. Uluslararası alanda faşizm-demokrasi ayrışması yaşanırken, iç cephede yoǧun bir şekilde Tek Parti-demokrasi tartışması yaşanmıştır. Bu ayrışmanın görüldüǧü yerlerden biri olan Türk basınında gazeteler adeta ikiye bölünmüştür. Bu dönemde Vakit, Ulus, Akşam, Son Telgraf, Son Posta gibi gazeteler ısrarla mevcut tek parti rejiminin devamını savunurlarken; Cumhuriyet, Vatan, Tan, Tanin gibi gazeteler hararetle çok partili sisteminin savunuculuǧunu yapmışlardır. Bu gazetelerin bazı yazarları arasında geçen polemikler, demokrasi kültürünün entelektüel görünümünü yansıttıǧı kadar, Türk toplumun bu konudaki talep ve beklentileri hususunda aydın duyarlılıǧı hakkında fikir vermektedirler. Diǧer taraftan Türkiye'deki siyasal sistemde bu dönemde yaşanılan deǧişimin sonuçları konusundaki tartışmalar halen devam etmektedir. Bir tarafta bu geçişin yerinde ve doǧru bir karar olduǧu görüşü öne sürülürken, diǧer tarafta ise bu yöndeki deǧişimin yanlış ve zamansız olduǧu şeklindeki görüşler mevcuttur. Tarafların söz konusu dönemde Türk demokrasinin durumu konusundaki tutum ve yaklaşımlarını yansıtan bu deǧerlendirmeler, günümüz siyasal ve toplumsal sorunlarının tarihsel arka planı hakkında bazı ipuçları vermektedir. Bu bakımdan günümüz Türk demokrasisinin mevcut durumuyla ilgili bütüncül bir deǧerlendirmenin yapılabilmesi için bu polemiklerin tarihsel açıdan ele alınmasında ve yorumlanmasında yarar vardır. Çalışma, buna yönelik bir deǧerlendirmenin yapılabilmesine katkı sunmayı amaçlarken kaynak olarak dönemin gazeteleri ve konuyla ilgili literatürden yararlanılmıştır.
Anahtar Kelimeler. Demokrasi, Tek Parti dönemi, Türk Basını, polemik.
ABSTRACT
The press has a special place in the development of democracy in Turkey. The press within the democratization movements that emerged with modernization fed this process by opening the society to new ideas. On the other hand, paradoxically, it was effective in the contraction and interruption of the development in this direction, especially due to its impact on the military coups in the Republican period. In this respect, it is a necessity to consider and evaluate the press in order to understand the historical development of Turkish democracy and to put it in the right position. The transition to democracy in Turkey in the conjuncture of post-World War II is one of the most important milestones in modern Turkish political history. Although it was not as effective as in the period of military coups, the attitude of the Turkish press was significantly determinant in the conclusion of this transition period in terms of the political regime. It was also a period when democratization was tested in terms of contemporary Turkish intellectuals and the press as well as showing the maturity level of Turkish democracy, which has early threequarters of a century of parliamentary experience, In this period different polarizations emerged in the press. While there was a fascism-democracy conflict in the international arena, there was an intense One-Partydemocracy debate on the domestic front. In the Turkish press, which is one of the places where this segregation is seen, newspapers are almost divided into two. In this period, newspapers such as Vakit, Ulus, Akşam, Son Telgraf, Son Posta insistently defended the continuation of the current single-party regime; Newspapers such as Cumhuriyet, Vatan, Tan and Tanin passionately advocated the multi-party system. The polemics between some writers of these newspapers not only reflect the intellectual aspect of the culture of democracy but also constitute important data on the demands and expectations of Turkish society on this issue. On the other hand, discussions on the consequences of the change experienced in this period in Turkish political thought still continue. On the one hand, it is argued that this transition is an appropriate decision, while on the other hand, there are opinions that the decision in this direction is wrong and untimely. These evaluations, which reflect the attitudes and approaches of the parties on the situation of Turkish democracy in the mentioned period, give some clues about the historical background of today's political and social problems. In this respect, it is useful to examine these polemics in order to make a holistic assessment of Turkish democracy. This study aims to contribute to an evaluation in this respect while the newspapers of the period and the literature on the subject are used as a source.
Keywords: Democracy, Single-Party Era, Turkish Press, Polemic.
Gm
Türkiye'nin modernleşme tarihi basının ortaya çıkışıyla birlikte farklı boyutlar kazanmıştır. 19. yüzyılda Tanzimat'tan itibaren ivme kazanan bu yöndeki gelişme, modernleşmenin hissedilir düzeyde toplumun farklı kesimleri tarafından duyumsanmasına ve benimsenmesine katkıda bulunmuştur. Osmanlı klasik toplum düzeninden modern Türk ulus devletine geçiş yönünde gelişmelerin yaşandıǧı bu dönemde, basın birçok temel deǧişim dinamiǧini harekete geçirmiştir.1 1831 yılında Takvim-i Vekayi ile başlayan bu süreçte Ceridei i (1840), Tercüman-ı Ahval (1860) ve Tasvir-i Efkâr (1862) gibi gazetelerin devreye girmesiyle çaǧdaş anlamda kamuoyu olgusu ortaya çıkmış ve buna baǧlı olarak mevcut siyasal sistemde radikal sayılabilecek deǧişiklik arayışları gündeme gelmiştir. Bu yüzyılın ikinci yarısında aksiyoner bir devrimci hareket olarak başlayan Yeni Osmanlılar içinde özellikle Şinasi, Namık Kemal, Ali Suavi gibi aydınlar Osmanlı toplumunu milliyet, hürriyet, meşveret, meşrutiyet ve vatan kavramlarıyla tanıştırarak ön plana çıkmışlardır. Bu yönüyle siyasal modernleşmeye öncülük eden gelişmeler, bu kuşaǧın genelinin edebiyat dünyasına mensubiyetleri dolayısıyla kültürel alanda da etkili olmaya başlamışlar ve modernleşmenin topyekün boyutta kavranmasına ve bu yöndeki zihniyet deǧişimine katkıda bulunmuşlardır. Yeni Osmanlılar tarafından çıkarılan Muhbir, Basiret, İbret ve Hürriyet gibi gazeteler modernleşme yönündeki yeni fikirlerin topluma yansımasıyla birlikte, diǧer taraftan devletin bekasıyla ilgili gündeme gelen kaygılar karşısında yeni arayışlar da hız kazanmıştır. II. Abdülhamid Dönemi'nde Mihran Efendi tarafından çıkarılan Sabah, Ahmet Mithat Efendi'nin çıkardıǧı Tercüman-ı Hakikat ve Ahmet Cevdet Bey'in yayınladıǧı İkdam gazeteleriyse Jön Türk muhalefetinden farklı olarak içten/yapıcı bir muhalefet anlayışıyla hareket ederek modernleşme yönündeki adımları devam ettirmişlerdir.
İkinci kuşak Jön Türkler olarak nitelendirilebilecek İttihatçılık hareketiyse; yine büyük ölçüde basın yoluyla toplumu etkileyerek 1908 yılında II. Meşrutiyet Devrimi'ni gerçekleştirmiştir. Basın tarihçisi Uygur Kocabaşoǧlu bu konuda; "Hürriyet her ne kadar top namlularının üzerinde ilan edilmişse de, bu sonucun alınmasında Jön Türklerce imparatorluk sınırları dışında yayımlanan gazete ve dergilerin de önemli bir rolü olmuştur" ifadesini kullanmıştır.2 Sultan II. Abdülhamid'in yaklaşık otuz yıl süren istibdat yönetiminden sonra gelinen yeni ortamda ilk dönemlerde yaşanılan hürriyet atmosferi içinde basında büyük bir canlanma olmuştur. Bu süreçte basın en azından toplumsal düzeyde serbestçe önder rolü oynayabilmiş ve Türkiye ile Batı dünyası arasında bir fikir köprüsü kurulabilmiştir.3 Bu dönemde imparatorlukta yayımlanan süreli yayın sayısı İstanbul dışı ve yabancı dilde olanlar dâhil 739 adettir.4 Basında görülen bu patlama; bütün dezenformasyon ve kaos ortamına raǧmen yaşanılan sorunlar karşısında daha duyarlı bir kamuoyunun varlıǧını mümkün kılmıştır. Ancak, hemen sonrasında art arda gelen savaşlar dolayısıyla bu durum kısa sürmüştür. Yine de bu dönemde imparatorluǧun kaybedilmesinden Cumhuriyet'in kuruluşluna kadar uzanan zorlu süreçte ihtiyaç duyulan düşünce ve fikirlerin topluma mal edilmesinde basın temel platform görevi görmüştür. Milli Mücadele ile birlikte gerçekleşen Cumhuriyet Devrimi ise Türk siyasi tarihinde yaşanan en önemli kırılma noktalarından biridir. Jön Türk Devrimi'nin düşünsel mirasından da etkilenerek geliştirilen deǧerler, ulus devlet yapısı içinde yeni formlar kazanarak Türk toplumunun 20. yüzyıldaki yeni konumunu belirlemiştir. Sınıfsal yapısı itibarıyla genel olarak asker-sivil-bürokrat ittifakına dayanan Cumhuriyet Devrimi, modern ulus-devlet hedefi içinde yeni bir toplum inşa etmek için otoriter bir siyaset anlayışını benimsemiştir. Genel olarak dünya konjonktürünün etkisinin yanı sıra, Türkiye'nin kendine özgü koşulları sonucunda Cumhuriyet'in ilk çeyreǧi siyasal sistem olarak, Tek Parti Dönemi şeklinde geçmiştir. Tüm bu süreçlerin içselleştirilmesinde basın adeta formel bir eǧitim kurumu gibi bir işlev görmüş ve yeni Türkiye'nin toplum yapısının şekillendirilmesinde son derecede etkili olmuştur. Bu dönemde Hâkimiyet-i Milliye (Ulus), Cumhuriyet, Milliyet, Son Posta, Akşam, Vakit, Tanin, Tan, Vatan gibi gazeteler kültürel hayatı domine etmişlerdir. Siyasal muhalefetin ortadan kaldırıldıǧı ve düşünsel farklılaşmanın oldukça gerilediǧi bu dönemde gazeteler her şeye raǧmen toplumsal talep ve beklentilerin aynası olmuşlardır. Yine bu dönemde gazeteler, savaş sonrası tüm dünyada yaşanılan konjonktürel deǧişimin Türkiye'de demokrasi yönünde evrilmesinde temel dinamiklerden biri olmuşlardır.
Savaş Sonrası Yeni Dönem ve Türkiye
II. Dünya Savaşı'nın sona erdiǧi 1945 yılı, hiç şüphesiz dünya tarihi, dolayısıyla Türkiye tarihi açısından son derecede farklı bir dönemin başlangıcı olmuştur. Altı yıldır süren büyük savaşın Müttefik Devletler tarafından kazanılması tarihin seyrini deǧiştirmiş ve demokrasi açısından yaşanılan çeyrek asırlık daralma sürecinin sonuna gelinmiştir. Yalta Konferansı (4 - 11 Şubat 1945) ile başlayan çift kutuplu dünya düzeni içinde Soǧuk Savaş Dönemi'ne girilmiştir. 25 Nisan 1945'te toplanan San Francisco Konferansı bu düzen içinde yeni bir yapılanma olan Birleşmiş Milletler Teşkilatı'nın yeniden kurulmasını saǧlamıştır. İlk aşamada bu düzen içinde yer almanın vazgeçilmez hükümlerinden biri olan savaşa fiilen katılma şartının gereǧi olarak Türkiye, 23 Şubat 1945'te Almanya ve Japonya'ya savaş ilan ederek bu teşkilatın üyelerinden biri olmuştur.
Savaş sonrası oluşan yeni dünya düzeninde Türkiye geleceǧini Batı ittifakının içerisinde görmüştür. Bunda Cumhuriyet'in kuruluş felsefesi içinde yer alan totaliter rejimlerden uzak kalma prensibi kadar, Türkiye üzerinde yeniden gündeme gelen Sovyet tehditlerinin de önemli bir payı olmuştur.5 Bu tercih aynı zamanda 1930'lardan itibaren Türkiye'nin uygulamaya geçirdiǧi ittifaklara dayalı güvenlik stratejisinin de bir sonucuydu. Ancak buna raǧmen bu yöndeki tercihin zorunlu sonuçlarının doǧuracaǧı yeni gelişmeler itibarıyla ilerleyen dönemde bu konu sürekli bir tartışma konusu olmuştur.6 Türkiye'nin Birleşmiş Milletlere girişi ve Batı'ya yaklaşması Türkiye'deki Tek Parti rejiminin temellerini sarsmıştı. Batı ittifakında yer almanın doǧal/zorunlu sonuçlarından biri (Türkiye açısından en önemlisi) siyasal sistemin çoǧulcu bir yapıya evrilmesi ve bunun sonucunda demokrasiye geçilmesiydi. Hatırı sayılır bir parlamento geleneǧi ve demokrasi deneyimine raǧmen bu karar, Türkiye için oldukça sancılı bir dönemin işaretlerini veriyordu. Millî Şef İsmet İnönü, bu yöndeki deǧişimin ilk sinyalini 19 Mayıs 1945'teki resmi bayram konuşmasında vermiştir. İnönü buradaki konuşmasında, Cumhuriyet rejiminde meydana gelmiş bulunan siyasi sistemle halk hükümeti şeklinin her cephesiyle her bakımdan gelişeceǧini ve harbin zorunlu kıldıǧı şartlar ortadan kalktıkça memleketin siyasal ve kültürel hayatında demokrasi prensiplerinin gittikçe daha fazla yer alacaǧını belirtiyordu. Bir büyük demokratik müessese olan Büyük Millet Meclisi'nin, en baştan beri idareyi elinde tutmuş ve memleketi sürekli olarak demokrasi yolunda geliştirdiǧini ifade etmiştir.7 İnönü'nün rejimin geleceǧiyle ilgili verdiǧi bu bilgiler kısa zamanda basında ve parlamentoda yankı bulmuş ve yıllardır hükümete karşı belirmiş olan muhalefet, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile su yüzüne çıkmıştır. Bu aşamada Tek Parti rejimini sözünü hiç çekinmenden eleştiren Adnan Menderes, Mecliste yaptıǧı konuşmada bu münasebetle, Birleşmiş Milletler Şartı'nın memleket idaresinde halk egemenliǧinin saǧlanmasını gerektirdiǧini; bunun, devlet ve kişiye ait siyasi ve toplumsal hakların uygulanmasında karşılıklı saygı gösterme ve serbest seçim yoluyla mümkün olabileceǧini belirterek halk idaresini sınırlandıran engellerin kaldırılmasıyla milletlerin hürriyet ve baǧımsızlıǧının kuvvetlendirilmiş olacaǧını söylemiştir.8
Bu sürecin basındaki yansımasına örnek olarak Tasvir gazetesinin aynı tarihte yayınladıǧı bir makalede, Tek Parti Dönemi basın-iktidar ilişkileri deǧerlendirilmiş ve İkinci Dünya Savaşı Dönemi'nde basın üzerinde uygulanan baskıcı politikalar eleştirilmiştir. Yine bu makalede Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu'nun Meclis'teki görüşmelerinin şeffaf bir şekilde kamuoyuna yansıtılması istenmiştir.9 Bu dönem basınını inceleyen Murat Güvenir'e göre bu makale tüm yapısı ve kurumlarıyla birlikte, Tek Parti yönetimine mutlak bir başkaldırı mahiyetindedir. İktidarın bu makalenin yayınından sonra Tasvir gazetesine bir soruşturma açmaması Türkiye'de artık eskisine oranla liberal bir dönemin başladıǧının önemli bir göstergesidir. Siyasal rejimdeki bu liberalleşme, basın rejimine de yansıyacak ve Türk siyasi tarihiyle birlikte basın tarihi açısından da yeni bir dönem başlayacaktır.10
Siyasal/Kurumsal Muhalefetin Doǧuşu ve Polemiklerin Başlaması
Millî Şef İnönü'nün 19 Mayıs konuşmasından sonra Meclis'te muhalefeti ortaya çıkaracak bazı gelişmeler yaşanmıştır. Bunlardan birisi de bu dönemde Meclis'te 1945 yılı bütçesi için yapılan oylamada 368 kabul oyuna karşılık, 5 ret oyu kullanılması olmuştur. Ret oyu sahipleri Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fuat Köprülü ve Emin Sazak'tı. San Francisco Konferansı'nın toplandıǧı mayıs içinde meclis içi muhalefet bu suretle kendisini hissettirmiş oluyordu. Bunun yanı sıra bu dönemde CHP Genel Sekreteri olan ve savaş yıllarında Mihver Devletleri'ne yakınlıǧıyla tanınan Memduh Şevket Esendal'ın bu görevinden alınması ve yerine Nâfi Ätuf Kansu'nun getirilmesi yeni döneme geçişin bir başka göstergesi olmuştur.11
Bununla beraber çok partili döneme geçiş süreci içinde siyasal muhalefeti ortaya çıkaran temel gelişme, Türk demokrasi tarihinin önemli belgelerinden biri olan Dörtlü Takririn verilmesiyle olmuştur. 7 Haziran 1945'te Halk Partisi Meclis Grubuna verilen bu önerge eski başbakan Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan imzalarını taşımaktaydı. Yeni döneme geçişte önemli bir eşiǧin aşılmasını saǧlayan bu önerge fevkalade itinalı bir dille hazırlanmış manifesto niteliǧinde bir metindi. Önerge her ne kadar 12 Haziran'da CHP meclis gurubunda reddedilmişse de basında epey yankı bulmuştur. Bir tarafta parti-devlet vurgusunu ön plana çıkararak mevcut rejimin aynen devam etmesini isteyen basın çevresi içinde Son Telgraf gazetesinden Ethem İzzet Benice, "bütün kanunlarımıg, usullerimig, tutumlarımıg, tefekkür ve basın alemimig CHP prensiplerine göre ayarlanmıştır. Bu reel durumda bir deǧişiklik için ortada müessir bir sebep olmak gerek. Böyle bir durum, böyle bir sebep var mı" diye sorarak bu yöndeki gelişmelere karşı tavrını ortaya koymuştur. 12
Bu konuda aynı yaklaşımı benimseyen Ekrem Uşaklıgil ise Son Posta daki başmakalesinde, ikinci partinin lüzumu olmadıǧı gibi buna koşullar açısından imkân olmadıǧını belirtmiş, şayet yapılırsa yapmacık olur demiştir.13
Dörtlü Takrir'vn reddedilmesinden sonra Celal Bayar, yeni bir girişimde daha bulunarak, basında Anayasaya aykırılıǧı vurgulanan 1931 tarihli Matbuat Kanununun bazı maddelerinin deǧiştirilmesi için TBMM'ye yasa deǧişikliǧi teklifi sunmuş, ancak bu teklif de CHP Meclis Grubunda reddedilmiştir. Bayar'ın bu girişimi, daha önce reddedilen Dörtlü Takririn reddinin resmi gerekçelerinin ne ölçüde samimimi olduǧunu ölçme amacını da taşımaktaydı.14
Aynı dönemde iş adamı Nuri Demiraǧ, 18 Temmuz 1945'te Millî Kalkınma Partisi adıyla savaştan sonra ilk muhalefet partisini kurmuş; ancak bu partiye dönem basını pek ilgi göstermeyerek etkisiz hale getirmiştir. İktidardaki CHP'ye tepki olarak ortaya çıkan bu parti, CHP'nin altı okuna karşı; zulümkârlık, işret, oyun, iffetsizlik, eǧrilik ve tembellik adları altında sakınılacak altı ilkeyi belirlemiştir.15
Bu dönemde ikinci partiden söz edenlere sert tepki verenlerden biri de Vakit gazetesi yazarı Asım Us olmuştur. Asım Us'a göre ikinci bir partiden söz eden gazetelerin amaçları "millî birliǧi bozmaktır" diyerek bu çevreleri millî birlik düşmanları olarak nitelendirmiştir.16 Bu sürece benzer yaklaşım gösterenlerden biri de Ethem İzzet Benice olup bu yöndeki demokratikleşme taleplerinin ciddiye almamasının nedenlerini şu şekilde ifade etmiştir: 17
1- "Türkiye'de en halis ve en ileri Türk demokrasisi vardır.
2- Kemalist anayasa her türlü hürriyet, ferdi ve milli kontrol ve azami hürriyet hakkı tanımıştır.
3- Anayasa'da hak ve hürriyetleri tahdit eden ve bizim şahsen taraftar olmadıǧımız ve anayasa hükümlerine zıt gördüǧümüz tali kanunlar ve idari tedbirler ancak memleketin geçirmeye muhtaç olduǧu bir zaman mesafesinin ve içinde bulunduǧumuz harp zaruretlerinin olaǧanüstü durumunun tabii icaplarıdır".
Akşam gazetesi başyazarı Necmettin Sadak ise ikinci parti konusunda fiilî durumun önemini çizerek milletin bünyesinden doǧacak tarihi bir tekâmülden söz etmektedir.18
12 Temmuz 1945'te Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman'ın kaleme aldıǧı "Siyasi Hayatımızın Tahlili" adlı sekiz günlük yazı dizisi bu konuda ortaya çıkacak ve uzun sürecek olan polemiklerin başlangıcını teşkil etmiştir. Yalman'ın kendi ifadesiyle çok partili hayata geçişi hızlandıran bu savaşa, Rauf Orbay da 2 Aǧustos'ta Vatani a verdiǧi beyanla katılmıştır. Orbay beyanında;
"İdaremizin nasıl lazım geleceǧini 1923'te söyledim. O zamandan beri fikirlerim deǧişmedi. Şahısların vasilik iddiasına dayanan tarzdan hayır yoktur. Kuvvetini milletin iradesinden alan ve ona dayanan hükümet, tek meşru ve faydalı şekildir. Halkı kendini idareye ehil olmadıǧı, onu yetiştirmek lazım geldiǧi iddiası yersiz ve saçmadır"
ifadelerine yer vermiştir.19 Bu şekilde başlayan Tek Parti Dönemi'nin eleştirileri Adnan Menderes ve Fuat Köprülü'nün de katılmalarıyla zenginleşmiştir.20 Ancak, basındaki bu muhalefet dozunun yükselmesi basının kendisi açısından iyi sonuç vermemiş; 12 Aǧustos'ta Tan ve 30 Eylül'de Vatan ve Tasvir-i Efkâr gazeteleri süresiz kapatılmıştır.
Vatan gazetesinde çok partili döneme destek veren bu görüşleri yakından izleyen Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay ise bu görüşleri şiddetle eleştirerek Yalman'a göre tahammülsüz bir tavır sergilemiştir: 21
"Bu konuda en küçük tenkitlere şiddetle tepki gösteren Atay, derhâl gazaba geliyor, aǧzını bozuyor, küfür ediyordu. Hem de çatmak istediǧi bir yazının özü hakkında söz yürütmüyor (dilinin altında şunları söylemek istemiştir) diyerek canının istediǧi fikri karşısındakilere yüklüyor, sonra kendi uydurması olan sözlere karşı bıçak çekiyordu".
Atay, demokrasinin tek partili rejimle de yürüyebileceǧini açıkça savunarak, zaferin demokrasiler tarafından kazanıldıǧını söyleyenlere; "peki ama Rusya kaç partili bir demokrasi idi?" diye sormakta ve yeni bir demokrasi düzeni için çok partili sistemin gerekmediǧini ifade etmiştir.22 Atay, "neredeyse bige cumhuriyet devrinin tarihini unutturacaklar" diyerek bu çevreleri "vatan haini" ilan edecek kadar bu konuda ileri gitmiştir: 23
"Meǧer 20 yıl önce bu memlekette şahsi ve keyfi idare kurulmuştur. Büyük Millet Meclisi şahsi ve keyfi idareye, anayasa kanunsuzluǧa ve yolsuzluǧa maske hizmeti görmüştür. Türkiye'yi parçalamak, onu içinden kemirip devirecek anarşi üstünde kendi nüfuzunu kurmak isteyen bir düşman devlet propagandasının sözlerini hülasa etmiyoruz. Bunlar yirmi yıldan beri hiçbir zaman barışmadıǧımız ve baǧdaşmadıǧımız, bundan böyle kendilerine karşı savaşacaǧımız muhaliflerimizin yazdıkları ve söyledikleridir..."
Ahmet Emin Yalman ise, Atay'ın bu çıkışı karşısında daha da ileri giderek artık serbest siyasi hayata geçmekten söz eden yazısını kaleme almıştır: 24
"Türk milletine olgun deǧil, reşit deǧil diye iftira edilmesin, hakiki bir imtihan geçirmek fırsatı iyi niyetle ve dürüst bir ruhla verilsin. Görülecektir ki binlerce yıl yeni yeni medeniyetler yaratan bir sahada, akla sıǧmaz derecede çetin bir beka mücadelesi geçiren, türlü türlü eski medeniyetlerin doǧrudan doǧruya varisi olan ve her çeşit gidişleri ve sistemleri bir tek insanın ömrü içinde ameli tecrübelerden geçiren Türk milleti, mukadderatına bizzat hâkim ve sahip olmaya her cihetten layık ve hazırdır. Serbest siyasi hayatta falan ve filan risk ve mahzur bulunabilirmiş. Varsın olsun.
Yeni siyasi gidişlere el birliǧiyle sarılalım. Bunları vatandaşça bir sevgi ve saygı içinde geliştirerek dünyanın huzurunda milli olgunluk imtihanımızı parlak bir surette geçirelim.
Hakiki demokrasiyi istiyoruz, otorite idarelerinin terakkiye doǧru kestirme bir çıǧır olmadıǧını, vatandaşın umumi hayata alakasını, teşebbüsü boǧduǧunu acı tecrübeler neticesinde gördüǧümüz için demokrasi istiyoruz. Binbir mihnet ve ıstırap geçirmiş olan bu milletin olgunluǧuna ve reşitliǧine güvenilebildiǧi için demokrasi istiyoruz. Milletin enerjisini ve idaresini kırtasi cenderelerden kurtarmak, faydalı ve verimli kılmak, keyfi ve ölçüsüz gidişleri önleyebilmek, vergi verenlerin, vergileri sarf edenleri murakabe edebilmelerini saǧlama baǧlamak için demokrasi istiyoruz.
Bunun gerçekleşmesine tek bir engel var. Halk Partisi muhitinin otorite ve disipline göre ayarlanan dar görüşü, vasilik gidişi, buyurma zevkini ne pahasına mal olursa olsun muhafaza etmek yolunda inada kapılmaya devam etmesi".
Yalman, aynı zamanda Atay'ın bu tür sert üsluplu yazılarına, "Tek partiye karşı ilk açık isyan hareketi" olarak nitelendirdiǧi Fuat Köprülü'nün, "Açık Konuşalım" adını taşıyan makalesiyle cevap vermiştir. 25 Aǧustos'ta Valanda çıkan yazısında Köprülü şunları söylemiştir: 25
"Ulus gazetesinin 18 Haziran 1945 tarihli sayısından başlayarak bu gazetede birbiri ardınca bir sıra yazılar çıktı. Falih Rıfkı Atay imzasını taşıyan ve memleketin iç durumuna, CHP prensiplerine, tek parti ve çok parti meselelerine, Meclisin içinde ve dışında yer yer beliren muhalefet ve tenkitlere temas eden bu yazılar, partinin resmi gazetesi olan Ulus'ta çıkmasaydı, bunları okumak zahmetine katlanmazdım".
Bir süre sonra bu polemiklerin uyandırdıǧı etki dolayısıyla dönemin duayen gazetecilerinden olan Hüseyin Cahit Yalçın da Tanin gazetesinde yazdıǧı makalesinde, "Evet açıkça Türkiye'de bir diktatörlük vardır" diyerek bu tartışmalara katılmış, ancak bu diktatörlüǧün bir zorunluluktan kaynaklandıǧını ileri sürmüştür.26
Başbakan Şükrü Saraçoǧlu'nun basındaki hareketlenmeyi yıkıcı muhalefet olarak adlandırması üzerine Ulus gazetesinde Falih Rıfkı Atay, Başbakan'ın görüşlerini destekleyecek nitelikteki yazısıyla, Tan ve Vatan cephesinin doǧrudan doǧruya rejime karşı savaştıklarını öne sürmüştür. Başbakan Saraçoǧlu, "siyasi görüşleri farklı sandıǧımız bu iki gazete (Tan ve Vatan) muhalefette birleşti" diyerek şikâyet etmiş ve Vatan'ı kendi görüşlerinin sosyalist olmadıǧını açıklamaya mecbur etmiştir. Tan ise yayınladıǧı bir başyazı ile komünizme sempati duyduǧu iddialarını reddetmiştir.27
Bu aşamada, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü Vatan gazetesinde tek parti rejimini eleştiren yazıları dolayısıyla Halk Partisinden ihraç edildiler. Bir süre sonra Refik Koraltan da onlara katıldı. Celal Bayar ise milletvekilliǧinden istifa ederek onlarla kader birliǧi yaptı. Ahmet Emin Yalman ise, muhalefetin Vatan cephesi olarak görüldüǧü gazetesi içinde kendisini bu grubun beşincisi olarak nitelendirerek bu gidişe olan desteǧini sürdürmüştür. Ancak, bu süreçte Yalman'ın açıkça tarafını belli ederek yeni parti oluşumunu destekleyen görüşleri karşısında, kendisine gençlik yıllarında basın ortamına girmesine büyük destek verdiǧi Necmettin Sadak tarafından saldırı niteliǧinde yazılar gelmiştir. Sadak bu konuyla ilgili yazısında;
"Gazeteler tam hürriyetle yazı yazmaǧa başlayınca aşırı cinsten olarak türeyen iki muhaliften biri Ahmet Emin Yalman'dır ki namus, temizlik, berraklık gibi dokuz kelimeyi aşmayan doksan makale yazmıştır. Köhnemiş, gına gelmiş devlet ve hükümet nazariyelerini tekrar eder durur"
ifadelerine yer vermiştir.28 Bu köşede diǧer muhalif olan Zekeriya Sertel için de aynı şekilde eleştiride bulunmuştur.
Demokrasi yolunda siyasal ortam bu şekilde dalgalı bir seyir izlerken süreci bu açıdan olgunlaştıran hamle Cumhurbaşkanı İnönü'den gelmiştir. İnönü, 1 Kasım 1945'te meclisi açış konuşmasında bu yöndeki gelişmeleri toplumsal gelişmenin bir göstergesi olarak nitelendirmiş ve bu konuşmanın ipuçları bir gün öncesinde Yeni Sabahta., "Saǧlam Bünye" başlıklı makaleyle deǧerlendirilmiştir:29
"Son altı yedi aylık hürriyet ve serbesti denemesi hiç de menfi sonuç vermemiştir. Kanuni baǧ ve tazyikler, tıpkı eskisi gibi ve aynen olmasına raǧmen hükümetin ufacık müsamahası matbuatımızda ve halkın dilinde bir çözülme yapmıştır. Gazete sütunlarına göz atmak hakikati göstereceǧi gibi, milletvekillerinin halkla temasları da eskileriyle kıyaslanamayacak bir mahiyet kazandı. Uzun yıllardır tazyik görmüş umumi efkâr ve duygular öyle bir buhar kazanının patlaması kabilinden feveran etmemiş, bilakis çok normal bir şekilde inkişaf göstermiştir."
Cumhurbaşkanı İnönü, 1 Kasım 1945 günü konuşmasında muhalefet partisini açıkça desteklediǧini ve bunu ilan ettiǧini göstermiştir. Demokratik karakterin bütün cumhuriyet devrinde prensip olarak korunduǧunu, diktatörlüǧün prensip olarak hiçbir zaman tasvip edilmediǧini belirtmiştir.
Basındaki demokrasi polemikleri, 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'nin kurulmasından sonra da devam etmiştir. Çok Partili Dönem'e geçişi destekleyen gazeteler 8 Ocakta DP'nin kuruluşunu manşetten verirlerken diǧerleri ise mevcut durumu kabullenme yönünde bir tavır sergilemişlerdir. DP'nin kuruluşunu manşetten veren Vakit gazetesinde Celal Bayar'ın parti programını izah ettiǧi haberine geniş bir şekilde yer verilmiştir. Bu hususta 2. sayfada sür manşette; "Demokrat Parti, Türkiye Cumhuriyeti'nde demokrasinin geniş ve ileri anlayışla gerçekleşmesine, umumi siyasetin demokratik bir görüş ve zihniyetle yürütülmesine hizmet maksadıyla kurulmuştur" haberi yer almıştır. Bir gazetecinin; "Siz Halk Partisine nazaran saǧ mısınız, sol musunuz"' şeklindeki sorusu üzerine Adnan Menderes; "biz Halk Partisine nazaran iki parmak soldayız- Bazı hallerde iki parmak saǧdayız"' cevabını vermiştir.30 1 946 Seçimleri'nden sonra da DP milletvekilleri Meclis'teki "sol" sıraları istemişleridir. Bu durum, Türkiye siyasetinde, DP'nin merkez saǧın kurucu ismi olduǧu efsanesini yeniden düşünmeyi gerektirmektedir.31
Yeni partiye gazetelerin önemli bir bölümü olumlu yaklaşmışlardır. Cumhuriyet başyazarı Nadir Nadi, ideolojik bakımdan Halk Partisinden farklı görmediǧi Demokrat Partiyi, çalışma programı ve gerçekleştirme metodunun ileri sürdüǧü fikirler itibarıyla şimdilik bir kontrol partisi hüviyetinde bulunduǧunu, ileride iktidara gelebildiǧi takdirde Türk sosyal ve politik bünyesinin hiçbir sarsıntıya uǧramaksızın kendi yolunda gelişmesini saǧlayabileceǧini ifade etmiştir.32
Aynı tarihli Tanin gazetesinde ise, Hüseyin Cahit'in "Demokrat Parti'nin faaliyetine müsaade edildi" haberi yer almıştır.33 Gazetenin 10 Ocak tarihindeki başmakalesinde Yalçın, DP'nin kuruluşuyla ilgili ümitvar yaklaşımını yansıtmıştır. İkinci partinin demokratik parlamenter sistemin iyi işleyebilmesi için gereǧine vurgu yapmış ve bu sistemin Amerika ve İngiltere'de başarıyla uygulandıǧını belirtmiştir.34
İktidardaki CHP'nin yayın organı olan Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay ise yeni partiyi; "demokrasi hayatımızın hep hissetmekte olduǧumuz bir eksiǧi böylece ortadan kalkmaktadır" diyerek yeni durumu kabullenici bir tavır sergilemiştir: 35
"Sayın Celal Bayar'ın şahsı ve hayatı Cumhuriyetçileri herhangi bir muhalefet cereyanı karşısında duyulan korkudan uzaklaştırır. Kurucular arasında meslekleri ve politikaları şüphe uyandırır unsurların bulunmamış olması, bu güvenimizi ayrıca kuvvetlendirmektedir. Rejim düşmanlıǧı kaygısı olmadıkça iki partinin hatipleri ve muharrirleri arasındaki tartışmaların ancak vatan ve halk faydasına olacaǧı şüphe götürmez."
Atay, ertesi gün yazdıǧı başmakalesinde Celal Bayar'ın, DP'nin muvazaa ve husumet partisi olamadıǧını belirtmesinin fevkalade önemli olduǧunu vurgulayarak CHP tarihinde muvazaa vakası olmadıǧını, bu yüzden yeni partinin mazinin şerefine de mesuliyetine ortak olduǧunu, muvazaa isnatlarının Halk Partisini kötülemek için kullanıldıǧını ileri sürmüştür.36
DP'nin kuruluşu bu şekilde basında genel olarak kabul edilmesinden sonra, 1947'de yapılması gereken seçimlerin muhalefetin hızla gelişmesi üzerine bir yıl öne alınması yeni polemiklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. DP'nin bu aşamada belediye seçimlerini boykot etme düşüncesi iktidar-muhalefet ilişkilerinin gerginleşmesine neden olmuş bu süreçten çıkabilmek için Nihat Erim, gerekirse bir süre için hürriyetin ilanının üzerine şal örtmek teklifini gündeme getirmiştir37. Hukuk profesörü Nihat Erim'in bu teklifi, Türk demokrasi tarihinde "Şallı demokrasi" şeklindeki algılamalara yol açmış ve Türk demokrasinin darbeler dönemi de dâhil, öncesindeki kırılgan taraflarını yansıtması bakımından oldukça önemli bir durumdur. Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman, Nihat Erim'in bu düşüncesine büyük tepki göstermiş ve bunu gazetesinde eleştirmiştir: 38
"Bunlar milletvekili Nihat Erim'in şahsi fikirleri midir? Eǧer öyleyse milletvekili Nihat Erim'in, hukuk profesörü Nihat Erim'le her türlü fikir ve alakalarını kesmek için politika kâsesinden bir iki yudum içmesi kâfi gelmiş demektir. Milletvekili Nihat Erim, belli başlı birtakım yazarların ortak kanaatinin hürriyet üzerine şal örtmek, yani hürriyetin cenazesini kaldırmak ve yukarıdan aşaǧı bir otorite kurmak olduǧunu söylüyor. Acaba kasdettiǧi yazarlar, başta Makyavel olmak üzere faşist ruhunu taşıyan ve devleti esas, milleti köle sayan istibdat yardakçıları deǧil midir? Biz şuna inanıyoruz ki bir vakit ki hukuk profesörü Nihat Erim herhalde bunlardan bir sayılamaz. Çünkü bir iki yıl evvel Ankara'da verdiǧi (hukuk ve siyaset) adlı konferans serisinde de demokrasinin manasını ve nimetlerini tam idealist hukukçuya layık bir lisanla ortaya koymuştu. Bu konferanslardan birini bizzat dinledim ve Nihat Erim'in demokrasi ruhuna olan baǧlılıǧına, olgunluǧuna, cesaretine hayran kaldım ve genç alimi candan tebrik ettim. Demek ki iktidar mevkiinin sihirli politika havasında öyle sarhoş edici taraflar var ki, deǧerli bir ilim adamını birkaç aya içinde bu hale düşürebiliyor."
Ancak bir süre sonra yine Yalman'a göre bu tür tepkiler karşısında Nihat Erim geri adım atmış ve yanlış anlaşıldıǧını ileri sürerek partisinin gerçek demokrasiye girme yolundaki gayretlerini sürdürmüştür. Öte yandan Nihat Erim'in, Kadro hareketinin temel görüşlerinden birini çaǧrıştıran bu çıkışı, modern Türk siyasetinde örneklerine sıkça rastlanılan, 18. yüzyılda Batıda ortaya çıkmış aydın despotizminin (Kameralizm) yansımalarından biridir.
Bu ortamda, 10 Mayıs 1946'da yapılan CHP'nin 6. Kurultayında tek dereceli serbest seçimden söz edilmiş ve sendikaların kurulmasını zorlaştıran kanun maddelerinin deǧiştirilmesi doǧrultusunda adımların atılması kararlaştırılmıştır. Demokratikleşme yönündeki eǧilimler dolayısıyla bu Kurultay, Yalman tarafından "Tek Parti'nin cenaze merasimi" olarak nitelendirilmiştir.39 Millî Şef İnönü, Kurultay konuşmasında; "Vatan, Cumhuriyet, Tan, Tanin gibi muhalif basını bozguncu gazeteler; Ulus, Son Posta ve Akşam gibi gazeteleri ise memleketin huzurunu koruyan gazeteler" şeklinde deǧerlendirerek bu konuda iki farklı yaklaşım sergilemiştir. Seçim öncesinde Akşam'dan Necmeddin Sadak ve Tasvirden Ziyad Ebuzziya bütün gazetecilerin demokrasiden yana tavır almaları konusunda uyaran bir yazı kaleme alarak süreci yumuşatmaya çalışmışlardır.
21 Temmuz 1946'da yapılan seçimler sırasında DP'nin uǧradıǧı bazı haksızlıklar uzun süre kamuoyunda tartışılmıştır. "Açık oy, gizli tasnif' usulüyle gerçekleştirilen seçimler sonucunda CHP iktidardaki konumunu sürdürmüş, ancak bu durum toplumsal belleǧe yerleşmiş ve zamanla gerek meclis içi, gerekse meclis dışı toplumsal muhalefetin gittikçe hareketlenmesine neden olmuştur.
7 Ocak 1947'de toplanan DP'nin ilk kongresinde Hürriyet Misakı oy birliǧiyle kabul edilmiş ve muhalefetin ülkedeki genel siyasetin seyri konusunda son derecede duyarlı davranacaǧı belirtilmiştir. Yeni dönemde demokratikleşme yönündeki atılacak adımların kararlılıkla takip edileceǧi;40 şayet bunların yapılmaması durumunda partinin merkez komitesinin milletvekillerini meclisten çekmeye yetkili kılınması dolayısıyla bu kongrenin CHP'liler tarafından "Millî Husumet Andı" olarak nitelendirilmesine neden olmuştur.
12 Temmuz Beyannamesi ve Etkileri
İktidar-muhalefet ilişkileri arasındaki gerginliǧin giderek tırmanması üzerine Cumhurbaşkanı İnönü, Türk siyasi tarihinin önemli belgelerinden biri olan ve bundan sonraki dönemi demokrasi açısından güvenceye alacak olan meşhur 12 Temmug Beyannamesini yayınlamıştır. Gazeteler İnönü'nün bu yöndeki açılımına büyük yer vermişlerdir. Söz konusu beyanname Ulus'ta tam sayfa sürmanşetten verilmiştir. "İnönü'nün Beyanatı" başlıǧıyla verilen haberde İnönü şunları söylemiştir: 41
"Varmak istediǧim netice başlıca iki parti arasında temel şartın, yani emniyetin yerleşmesidir. Bu emniyet bir bakımdan memleketin emniyeti manasını taşıdıǧı için, benim gözümde çok ehemmiyetlidir. Muhalefet teminat içinde yaşayacak ve iktidarın kendisini ezmek niyetinde olmadıǧından müsterih olacaktır. İktidar, muhalefetin kanun haklarından başka bir şey düşünmediǧinden müsterih olacaktır."
Ülkedeki siyasi havayı yumuşatan bu belge gerçekten de muhalefet açsından bir güvence ortamı oluşturmuştur. Bundan sonraki dönemde her iki parti bir sonraki seçim için daha saǧlıklı çalışma atmosferine kavuşmuştur.
Öte yandan, bu çıkış, Tek Parti zihniyetinde olan politikacı ve gazetecilerde olumsuz bir havanın oluşmasına yol açmış ve bu durum muhalefete verilen tavizler şeklinde algılanmıştır. Dönemin Başbakanı Recep Peker'in öteden beri muhalefet ettiǧi 12 Temmuz Beyannamesi uygulamaları karşısında İnönü tarafından istifası istenmiştir. Buna raǧmen Peker, İnönü'nün beyannamesini anayasanın cumhurbaşkanına tanıdıǧı yetkilere aykırı saydıǧı ve meclis çoǧunluǧunun kendisini tutacaǧına inandıǧı için hükümet başkanlıǧından çekilmedi. İnönü ile araları açıkça bozulmuş olmasına raǧmen başbakan kalmakta ısrar etti. Ancak bir süre sonra artan baskılar karşısında 1 Eylül 1947'de istifa etmek zorunda kaldı.42 Yerine Hasan Saka Başbakan olarak getirildi. Bu aşamada CHP, 17 Kasım'da tarihinin önemli kurultaylarından biri olan (7. Kurultay) liberalleşme yönünde deǧişim kurultayını gerçekleştirmiştir. Kurultayda, özel sektör ve yabancı sermayeye önem verme, laiklikle ilgili uygulamalarda parti tüzüǧünde deǧişikliǧe gidilmesi kararı alındı. CHP Programı devrimci olmaktan çıkarılarak mutedil bir hale getirildi. Sosyal meselelerde kurultay ortanın saǧında bir durum aldı. Köy Enstitülerinin programında deǧişikliǧe gidilerek bir anlamda tasfiye süreci başlatıldı. Bütün sol faaliyetler kontrol altına alındı.
12 Temmuz Beyamamesi'nvn bu yöndeki bir başka etkisi de basında olmuştur. Bu dönemde CHP'deki Müfritler Grubu ile beraber hareket eden ve Peker'e destek veren, Tek Parti Dönemi'nin yılmaz savunucularından olan Ulus gazetesi başyazarı Falih Rıfkı Atay, aynı sebeplerle bu gazetedeki görevinden 16 Kasım 1947'de ayrılmış; yerine Nihat Erim getirilmiştir. Demokrasiye geçiş açısından Peker ve Atay'ın istifaları sembolik anlamının ötesinde bir etkiye sahiptir. Yaklaşık iki yıldır sürmekte olan çok partili döneme geçişle ilgili tartışmalar ve polemikler artık sona ermiş ve eski sistemin son temsilcilerinin de tasfiye edilmesiyle çok partili hayata geçişin önünde güçlü bir engel kalmamıştır. Bu yüzden, Türkiye'de çok partili demokrasiye kalıcı geçiş yönünde 12 Temmuz Beyamamesi'nvn tarihsel bir eşik olduǧu konusunda demokrasi tarihçileri hemfikirdirler.
Sonuç
Modern Türk siyasi tarihindeki temel gelişmelerin başlıca dinamiklerinden ve yansıma alanlarından biri olan basın, hemen her dönemde olduǧu gibi İkinci Dünya Savaşı sonrasında da demokrasiye geçiş sürecinde Türkiye'nin gidişatını etkilemiştir. Cumhuriyetle birlikte gelinen yeni aşamada önemli dönemeçlerden biri olan bu evrede demokrasi konusu yoǧun bir şekilde basında tartışılmış ve Batı dünyasında olduǧu gibi Türkiye'de de çok partili rejimi savunan demokrasi cephesi bu mücadeleden galip çıkan taraf olmuştur. Modern Türkiye tarihinin geleceǧini doǧrudan etkileyen bu mücadelenin demokratikleşmeyle şekillenmesinin tarihsel açıdan hayati sonuçları olmuştur. Aksi yönde bir gelişme durumunda Türkiye'nin dünyada yalnızlaşması ve rejimin giderek yozlaşması söz konusu olabilirdi. Dolayısıyla dönemin Türkiye açısından bu şekilde sonuçlanmasında ve bu yönde bir kamuoyu beklentisinin oluşturulmasında, basındaki polemiklerin önemli bir payı olduǧu kabul edilmelidir.
Bu dönemde basın organları dış politikada iktidarla genellikle uyum içinde olmuşlardır. Yine bu dönemde basın organları arasında Kemalist ideoloji konusunda önemli bir fark bulunmamaktadır. Gazeteler bu sınırlılıklar içinde hareket ederek süreci düşünsel açıdan zenginleştirmişler ve bu yöndeki bir kamuoyunun oluşmasına katkıda bulunmuşlardır. Bunu yaparlarken çoǧu zaman bulundukları konum dolayısıyla içselleştirilmiş vesayetçi bir anlayıştan hareket etmişlerdir. Buna raǧmen Türkiye'nin geçirdiǧi sosyoekonomik ve politik süreç dolayısıyla etkili olabilmişlerdir. Bu nedenle bu dönemin basını, Türk demokrasi tarihi açısından başarılı örneklerden biri sayılır. Fakat aynı durum, bu geçiş döneminin ve çaǧdaş Türkiye tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri olan 27 Mayıs Darbesi ve bunun sonraki versiyonları için söz konusu deǧildir. Söz konusu dönemlerde, Türk Basını'nın büyük bir kısmı demokratik duyarlılık konusunda kendisinden beklenen performansı gösterememiştir, hatta tam aksine, paradoksal bir şekilde çoǧu zaman bu yöndeki kazanımların heba olmasına yol açacak şekilde politik tutum içinde hareket etmişlerdir. Kuşkusuz bu durumun da; Türkiye'de basının doǧuş şartlarından kaynaklanan ve tarih boyunca olması gereken kitle iletişim aracı olma fonksiyonunun dışında siyasal sistemle girdiǧi içli dışlı ilişkiler gibi olgusal sebepleri vardır. Dolayısıyla Türk basın tarihi deǧerlendirilirken toptancı yaklaşımlardan ve genellemelerden uzak, dönemsel özelliklerin göz önünde bulundurulduǧu esnek yaklaşımlarla hareket edilmesi gerekir.
Araştırma Makalesi / Research Article
Geliş Tarihi / Received: 20.10.2021 Kabul Tarihi / Accepted: 31.05.2022
1 Bu dinamiklerden bazıları şunlardır: -Deǧişim ihtiyacı (Islahatı Tanzimat'ı savunma), -Laikleşme yolunda ilk adımlar, -Merkeziyetçiliǧin pekiştirilmesi, -Avrupa merkezli dünya görüşü, -Avrupa Kaynaklarına baǧlılık, -Dinamik kamuoyuna doǧru ilk adım, -Dilde sadeleşme, -Dilde Batılı sözcüklerin ve kavramların artması, -Dile baǧlı ulusçuluk, -Haberden çok eǧitim aracı sayılmak. Orhan Koloǧlu, Osmanlı'dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, İstanbul, 2006, s. 27-30.
2 Uygur Kocabaşoǧlu, "Hürriyet'in Basması Kadar Basını da Ünlüdür", 100. Yılında Jön Türk Devrimi, Ed. Sina Akşin - Serap Balcı - Barış Ünlü, İstanbul, 2010, s. 165.
3 Ahmet Emin Yalman, Modern Türkiye'nin Gelişim Sürecinde Basın (1831-1913), İstanbul, 2018, s. 6.
4Kocabaşoǧlu, age, s.166.
5 Türk Boǧazlarında üs bulundurma ve Kars ve Ardahan'ı kapsayan toprak talepleri şeklindeki Sovyet tehdidinin Türkiye'deki en önemli etkisi kayıtsız şartsız Amerikancı bir politikanın oluşmasına yardımcı olmasıdır. Bunun yanı sıra savaş içinde palazlanan egemen sınıfların çok partili hayatın getireceǧi "tehlikeli" fikirlere karşı korkuları, öte yandan da ufukta beliren Amerikan sermayesine aracılık özlemleri de bu yöndeki deǧişimin dinamikleri arasında yer almıştır. Taner Timur, Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İstanbul, 1991, s. 49.
6 Türkiye'de 1945 sonrasında çok partili hayata geçişle ilgili deǧerlendirmeler çaǧdaş Türk tarihçiliǧi açısından bir anlamda bir turnusol kâǧıdı niteliǧi taşır. 20. yüzyılın sonlarına kadar güçlü bir şekilde kendisini hissettiren bir görüşe göre demokrasiye geçiş yönündeki bu şekildeki tercih, Atatürk Devrimi açısından bir "karşı devrim" sürecini başlatmıştır. Bu görüşe göre DP'nin kurulması ve 1950'de iktidara gelmesiyle bu süreç tavan yapmıştır. Bu görüşü ısrarla savunan aydınlardan biri sosyolog Niyazi Berkes'tir. Berkes bu dönemi yaklaşık kırk yıl sonra şu şekilde deǧerlendirmiştir: "...Öyküsü açıklanmamış yalanlarıyla hala içinde yaşadıǧımız dönem" diye nitelerken bu yönde alınan kararların ve uygulamaların Cumhuriyet devriminin hedefleri açısından taşıdıǧı yanlışlıǧa işaret etmiş ve bunları adeta yaşadıǧımız sorunların ana kaynaǧı olarak görmüştür. "Ölümünden sonraki yıllarda önce Naşı Almanya'sına, onun yıkılacaǧını sezer seymey rotayı Amerikan kapitalizmine bütün kapıları açan Milli Şefin demokrasi diye getirdiǧi çorbanın tadı bu gün de damaǧımıyda. O gerçekten demokrasi yanlısı olsaydı onu Atatürk'ün yamanında, onun büyük etkinliǧinin koruyuşu altında ve de ülke ekonomisini reyil etmeden gerçekleştirebilirdiT Niyazi Berkes, "Atatürk'ün Yöntemi", Cumhuriyet, 30 Ocak 1979.
7 Ayın Tarihi, Mayıs 1945. s. 52-53.
8 Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi., İstanbul, 1996, s. 129. TBMM Tutanak Dergisi, Cilt 19, (15-17 Aǧustos 1945), s. 170-171.
9 "Meclisin Sesi Halkın Kulaǧı", Tasvir, 19 Mayıs 1945.
10 O. Murat Güvenir, 2. Dünya Savaşında Türk Basım, İstanbul, 1991, s. 207.
11 Cemil Koçak, Türkiye'de Milli Şef Dönemi (1938-1945), Cilt II, İstanbul, 1996, s. 555-557.
12 Ethem İzzet Benice, "Serbest Seçim Karşısında", Son Telgraf, 9 Haziran 1945.
13 Ekrem Uşaklıgil, "İkinci Parti Yapılabilir mi?', Son Posta, 9 Haziran 1945.
14 Cemil Koçak, İkinci Parti, Cilt I, İstanbul, 2010, s. 410.
15 Ulus, 8 Temmuz 1945.
16 Asım Us, "Cumhuriyet Halk Partisi ve Sınıf Mücadelesi", Vakit, 16 Haziran 1945.
17 Nilgün Gürkan, Türkiye'de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950), İstanbul, 1998, s. 173.
18 Necmeddin Sadak, "Toprak Bayramını Kutlarken Hürriyet ve Parti Düşünceleri", Akşam, 18 Haziran 1945.
19 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt IV, İstanbul, 1970, s. 30.
20 Vatan gazetesinin adeta platform oluşturduǧu bu sürece daha sonra Mehmet Ali Aybar, "Kâǧıt Üzerinde Demokrasi", Vatan, 24 Aǧustos 1945 ve Fevzi Lütfi Karaosmanoǧlu, "Münevver İstibdat", Vatan, 31 Aǧustos 1945 tarihli yazılarıyla destek vermişlerdir.
21 Yalman, age, s. 34.
22 Falih Rıfkı Atay, "Pazar Konuşması", Ulus, 19 Aǧustos 1945.
23 Falih Rıfkı Atay, "Gerçek Demokrasiye Doǧru", Ulus, 18 Aǧustos 1945.
24 Ahmet Emin Yalman, "Serbest Siyasi Hayat", Vatan, 23 Aǧustos 1945. Alpay Kabacalı, Türk Basınında Demokrasi, Ankara, 1994, s. 173-175.
25 Vatan, 25 Aǧustos 1945; Yalman, age. s. 33.
26 Hüseyin Cahit Yalçın, "Bizde Dahili Rejim ve Hükümet Meselesi", Tanin, 30 Aǧustos 1945.
27 Falih Rıfkı Atay, "Başbakan Milletle Konuşuyor", Ulus, 7 Eylül 1945.
28 Necmeddin Sadak, "Yook Siz Yapamazsınız", Akşam, 25 Kasım 1945.
29 "Saǧlam Bünye", Yeni Sabah, 31 Ekim 1945; Gürkan, age., s. 182.
30 Vakit, 8 Ocak 1946.
31 Türk siyasetinde siyasi partilerin ideolojik konumlandırılmasının tarihsel kökenleri retrospektif bir okumayla 1902 yılında Paris'te toplanan I. Jön Türk Kongresi'ne kadar götürülebilir. Buna göre Ahmet Rıza'nın başını çektiǧi İttihatçılar ve sonrasında onun Cumhuriyet dönemindeki takipçisi konumundaki CHP merkez sol; Prens Sabahattin'in başını çektiǧi Ahrar (sonrasında Hürriyet ve İtilaf), I. TBMM'deki II. Grup, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Demokrat Parti merkez saǧ gelenek olarak tarif edilmiştir. Ancak genel kabulün bu şekilde olmasına raǧmen, 1960'larda dönemin önde gelen aydınlarından İdris Küçükömer bu tabloyu; "Türkiye'de saǧ soldur, sol da saǧdır" diyerek siyasi yelpazeyi tamamen tersine çevirmiştir. Cemil Koçak da bu görüşe katılmış ve 1945 sonrasında oluşan yeni tabloyu, "böylece Amerikan siyasetinde "saǧ" olan Cumhuriyetçiler, Türk siyasetinde CHP ile, "sol/liberal" olan Demokratlar da DP ile konumlandılar" diyerek Küçükömer'in bakış açısına paralel bir yaklaşımla deǧerlendirmiştir; bk. Koçak, İkinci Parti, s. 22.
32 Nadir Nadi, "Yeni Partinin Karakteri", Cumhuriyet, 9 Ocak 1946.
33 Tanin, 8 Ocak 1946.
34 Hüseyin Cahit Yalçın, "Yeni Partinin Teşekkülü", Tanin, 10 Ocak 1946.
35 Falih Rıfkı Atay, "Yeni Parti Kuruldu", Ulus, 8 Ocak 1946.
36 Falih Rıfkı Atay, "Yeni Parti Etrafında", Ulus, 9 Ocak 1946.
37 Nihat Erim, "Demokrasi Gaye midir, Vasıta mıdır?" Ulus, 30 Mayıs 1946.
38 Ahmet Emin Yalman, "Şal Örtme Meselesi", Vatan, 31 Mayıs 1946; Yalman, age., s. 73-74.
39Yalman, age., s. 71.
40 Bu adımlardan bazıları; anayasaya aykırı kanunların deǧiştirilmesi, mahkemeler tarafından uygulanacak seçim kanununun kabulü ve cumhurbaşkanlıǧının parti başkanlıǧından ayrılması şeklinde idi. Karpat, age., s. 157.
41 Ulus, 12 Temmuz 1947.
42 Karpat, age., s. 167-168.
Kaynaklar
Resmî Yayınlar
(1945) Ayın Tarihi, Mayıs.
(1945) TBMM Tutanak Dergisi, Cilt 19, 15-17 Aǧustos.
Kitaplar ve Makaleler
GÜRKAN Nilgün (1998) Türkiye'de Demokrasiye Geçişte Basın (1945-1950), İletişim Yayınları, İstanbul.
GÜVENİR O. Murat (1991) 2. Dünya Savaşında Türk Basını, Gazeteciler Cemiyeti, İstanbul.
KABACALI Alpay (1994) Türk Basınında Demokrasi, Kültür Bakanlıǧı, Ankara. KARPAT Kemal H. (1996) Türk Demokrasi Tarihi, Afa Yayınları, İstanbul.
KOCABAŞOĞLU Uygur (2010) Hürriyet'in Basması Kadar Basını da Ünlüdür, 100. Yılında Jön Türk Devrimi, Ed. Sina AKŞİN - Serap BALCI - Barış ÜNLÜ, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
KOÇAK Cemil (1996) Türkiye'de Milli Şef Dönemi (1938-1945) Cilt II, İletişim Yayınları, İstanbul.
-(2010) İkinci Parti Cilt I, İletişim Yayınları, İstanbul.
KOLOĞLU Orhan (2006) Osmanlı'dan 21. Yüzyıla Basın Tarihi, Pozitif Yayınları, İstanbul.
TİMUR Taner (1991) Türkiye'de Çok Partili Hayata Geçiş, İletişim Yayınları, İstanbul.
YALMAN Ahmet Emin (1970) Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, Cilt IV, Rey Yayınları, İstanbul.
- (2018) Modern Türkiye'nin Gelişim Sürecinde Basın (18311913), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul.
Süreli Yayınlar
Akşam
Cumhuriyet
Son Posta
Son Telgraf
Tanin
Tasvir
Ulus
Vakit
Vatan
Yeni Sabah
BERKES Niyazi (1979) Atatürk'ün Yöntemi, Cumhuriyet, 30 Ocak.
You have requested "on-the-fly" machine translation of selected content from our databases. This functionality is provided solely for your convenience and is in no way intended to replace human translation. Show full disclaimer
Neither ProQuest nor its licensors make any representations or warranties with respect to the translations. The translations are automatically generated "AS IS" and "AS AVAILABLE" and are not retained in our systems. PROQUEST AND ITS LICENSORS SPECIFICALLY DISCLAIM ANY AND ALL EXPRESS OR IMPLIED WARRANTIES, INCLUDING WITHOUT LIMITATION, ANY WARRANTIES FOR AVAILABILITY, ACCURACY, TIMELINESS, COMPLETENESS, NON-INFRINGMENT, MERCHANTABILITY OR FITNESS FOR A PARTICULAR PURPOSE. Your use of the translations is subject to all use restrictions contained in your Electronic Products License Agreement and by using the translation functionality you agree to forgo any and all claims against ProQuest or its licensors for your use of the translation functionality and any output derived there from. Hide full disclaimer
© 2022. This work is published under http://www.ctad.hacettepe.edu.tr/index.shtml (the “License”). Notwithstanding the ProQuest Terms and Conditions, you may use this content in accordance with the terms of the License.
Abstract
Türkiye'de demokrasinin gelişiminde basının özel bir konumu vardır. Modernleşme ile birlikte ortaya çıkan demokratikleşme hareketleri içinde basın; bir taraftan toplumu yeni fikirlere açarak bu süreci beslerken diǧer taraftan paradoksal bir şekilde özellikle Cumhuriyet dönemindeki askeri darbelerdeki etkisi dolayısıyla bu yöndeki gelişmenin daralmasında ve kesintiye uǧramasında etkili olmuştur. Bu bakımdan Türk demokrasisinin tarihsel gelişimini anlamak ve onu doǧru bir konuma oturtmak için basının göz önünde bulundurulması ve deǧerlendirilmesi bir zorunluluktur. İkinci Dünya Savaşı sonrası konjonktüründe Türkiye'de yaşanan demokrasiye geçiş süreci, modern Türk siyasi tarihinin en önemli kırılma noktalarından biridir. Her ne kadar askeri darbeler dönemindeki kadar etkili olmasa da bu geçiş döneminin siyasal rejim açısından hedeflenen şekilde sonuçlandırılmasında Türk basının tavrı önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Bu dönem; yaklaşık üç çeyrek asırlık parlamento deneyimine sahip Türk demokrasisinin geldiǧi olgunluk seviyesini göstermesinin yanında, çaǧdaş Türk aydını ve basın açısından da bu yöndeki birikimin test edildiǧi dönem olmuştur. Hâlihazırda var olan Tek Parti rejimini korumakla çok partili, çoǧulcu demokrasiye geçiş konusunda büyük bir kararsızlıǧın yaşandıǧı bu dönemde basında farklı kutuplaşmalar ortaya çıkmıştır. Uluslararası alanda faşizm-demokrasi ayrışması yaşanırken, iç cephede yoǧun bir şekilde Tek Parti-demokrasi tartışması yaşanmıştır. Bu ayrışmanın görüldüǧü yerlerden biri olan Türk basınında gazeteler adeta ikiye bölünmüştür. Bu dönemde Vakit, Ulus, Akşam, Son Telgraf, Son Posta gibi gazeteler ısrarla mevcut tek parti rejiminin devamını savunurlarken; Cumhuriyet, Vatan, Tan, Tanin gibi gazeteler hararetle çok partili sisteminin savunuculuǧunu yapmışlardır. Bu gazetelerin bazı yazarları arasında geçen polemikler, demokrasi kültürünün entelektüel görünümünü yansıttıǧı kadar, Türk toplumun bu konudaki talep ve beklentileri hususunda aydın duyarlılıǧı hakkında fikir vermektedirler. Diǧer taraftan Türkiye'deki siyasal sistemde bu dönemde yaşanılan deǧişimin sonuçları konusundaki tartışmalar halen devam etmektedir. Bir tarafta bu geçişin yerinde ve doǧru bir karar olduǧu görüşü öne sürülürken, diǧer tarafta ise bu yöndeki deǧişimin yanlış ve zamansız olduǧu şeklindeki görüşler mevcuttur. Tarafların söz konusu dönemde Türk demokrasinin durumu konusundaki tutum ve yaklaşımlarını yansıtan bu deǧerlendirmeler, günümüz siyasal ve toplumsal sorunlarının tarihsel arka planı hakkında bazı ipuçları vermektedir. Bu bakımdan günümüz Türk demokrasisinin mevcut durumuyla ilgili bütüncül bir deǧerlendirmenin yapılabilmesi için bu polemiklerin tarihsel açıdan ele alınmasında ve yorumlanmasında yarar vardır. Çalışma, buna yönelik bir deǧerlendirmenin yapılabilmesine katkı sunmayı amaçlarken kaynak olarak dönemin gazeteleri ve konuyla ilgili literatürden yararlanılmıştır.